Playlist 2

Cuma, Kasım 06, 2015

Kimsesiz Şiir

Belime saplandı kaldı bir ağrı
Kalbimi sökecek meret yerinden sanki
Üstelik son sigaram paketteki
Küllük yine çok uzakta
Başucumda bir çöp kutusu var 
Ona vuruyorum,yere düşüyor külleri
Yalnızım üstelik öyle kuş,kedi,balık yok odamda
Almaya niyetlenmiştim bir ara
Bir türlü denkleştiremedim cebimle vicdanımı
Sokaktaki çocuklar mesela 
Açlar ben yanlarından geçtikten sonra hala
Bir şişe suyun parası var cebimde
O da helaya gitmeme yeter anca.

Öldürecek beni bu kalabalık
Biliyorum gözlerimin ortasından vuracaklar
Yağmur bastıracak sonra tüm şehre
Henüz güneşi dikmişken tepeye
Sadece ihtiyarlayınca alışılır bu havalara
Suyun,yemeğin bitince ya da 
Çok alkol dolaşıyorsa kanında mesela
Gökyüzüne bakarsın yerinde mi diye
Hiç bakmadıysan,bulutlara 
Nadiren de yıldızlara ayıp
Bu kadar aklıma düşmüşken
Suretini her yere çizen ressamlara
Sesini taşıyan rüzgarlara ayıp.

Hafiflemişken ağrı bari uyuyayım
Çok az şey kaldı uyurken hatırıma düşen
Bir resim var yatağın başucunda bir saatte tozlandı
Çerçevesi eskidi tahtadan parlak cilalıydı
Ne güzel şey görmek hala gece çökmüşken bile
Ah görebilseydin keşke nasıl kıvrandığını yatakta
Bir kısa boğazın ve ağzın boşluksuz
Yansıması pütürlü gölgeleri duvarlarda
Uykusuz dolanmaların çarşaflar boyu
Çok düşünmeyeyim bari hafiflemişken ağrı
Bastırır gene göğsüme üstelik oda havasızken
İyi geceleri olmalı insanın,çok öte gündüzden.



                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                      İstanbul,11,2015







Cumartesi, Eylül 26, 2015

Anlamak Yeniyi


Tıpkı eskisi gibi oldu
Eskiden gayrı neyimiz var elimizde
Eski sevgililer,eskiden sevilmeyenler
En eskiden başlıyor bildiğim tüm eksikler
Aynı noktaya varmak için dönüyor dünya
Eskiden olduğu gibi bulansın diye başlarımız
Tam da başladığımız noktadayız
Koşmak,zıplamaya eşdeğer bu yerçekiminde
Ağırlığınca eski var ceplerimde
Eskiden de az uzak durmak gerekirdi
Az çok merak ettiklerimizden
Kılıcın kılıç tutana öfkesi
Şimdi sahillere birikti
Kumda yüzüstü nefessiz
Eskisi gibiyken üstelik çocuklar,habersiz
Sakalları uzamış ne kavruk suratlı herifler
Çoktan o herifleri sevmiş kendini sevmez kadınlar
Sıçrayarak uzak denizlerden
Tıpkı eskisi gibi ölümü getirdiler
Senin bizim herkesin ellerinden
Taşıyamayınca bedenini dizlerinin üstüne
Çöküp kalan yüz yıl önce
Gene meçhul ölülerdi
Öleceğini anlamadan yok olmak
Başlamak acıkmamaya,düşünmemeye
Öfkeye değil doğuranlara hükmetmemeye
O anda bilmeden başlamak çürümeye
Bir bıçakla,kurşunla ya da kör bir atomla
Hala bilinen en büyük suç,tıpkı eskisi gibi
Oluk oluk akan yağmurda,kanda 
Ben henüz yokken dünyada ki gibi aynı şiddette şimdi
Beşeriyetin medeniyeti yarin yanağında gizliyken
Eskisi gibi oğlunda aranıyor insanın,insanlık
O mahkum,o makus,o talihsiz oğlunda
Kılıç taşıyan,kan döken,demir döven
Silah karası,kanından davalı,el öpen
Yok sayan,çok bilen o insanoğlunda.


                 
                                                                                                   Rüzgardanadam
                                                                                                    İstanbul,9,2015




Pazar, Ağustos 23, 2015

Yolun Ortasında

Bu sefer öylece geçmeyeyim
Aklımdayken kara bulutların hızı
Ondan da yavaşken henüz tekerlekler
En arkasında yaşamanın
Yine de takip ederken hala yaşamayı
Öylece geçmeyeyim bu manzarayı
Hiç kimselere anlatayım
Hiç kimseler hiç kimselere anlatsın.

Uzun karanlık yollar tanımıştım
Yürümüştüm tozlarını savurarak
Yol kenarı insanlarını uzaktan seyretmiştim
Bir tarafı ya denize bakardı geçtiğim yolların
Ya da suretine babamın
Öylece geçmeyeyim
Sarkıtarak başımı pencereden
İlk nefesimi aldıran gene babamdı
Ben sarkıttıkça arabadan başımı
Hızlandıkça hızlandı
Sonra çekti içeri beni annem
Henüz bir arabada 
Arkada oturduğum zamanlardı
Sonra ben kapıyı çarpıp gittim
Terk ettim yaşıtım arabayı
Ne ayaklarım sığdı ne başım tavanına
Uçarcasına giderken yavaşlamış gibi geldi bana
Tüm bulutları geçerken,geride bırakırken
Tozlu,ağaçlı,güvercinli yolları
Aynada yarısı sureti babamın
Yeni aldım haberini tökezler olmuş
Ayrılmıyormuş kenarından kaldırımın.

Daraldıkça karanlıklaşıyor önümdeki yol
Ne sağımda deniz var ne solumda sureti babamın
Tüm bedenimi sarkıtmışım yola
Tutup çeken de yok beni içeri
Ağaçların arasında belli belirsiz gölgeleri
Aşağı köyün mezarlığı
Yolu taşlı,rüzgarlı evleri 
Çamura batmış ayakkabım
Yaşarır gözüm rüzgardan değil bu sefer
Uzunca bir yola bakacak benim mezarım
Hapsettiler çocukluğumu
Kaldırım kenarında duran 
Beyaz bir arabaya.


                                 
                                                                                                  Rüzgardanadam
                                                                                                   İstanbul,8,2015




Çarşamba, Ağustos 19, 2015

Yaşamak

Mümkün değil anlamak bu kavgayı
Öfkeyi,yanlışı,elimizin ağırlığını
Tutup indirirken yere yumruğumuzu
Sarsılacak sanmak ahmakça yerin
Anlamak mümkün değil
Hayret etmeden bakmak mümkün değil
O yer ki asırlar evvel
Çatırdayarak ufacık yuvasından
Tüm denizleri dolduran çukurlarına
O yer ki,sarı,siyah ve kırmızıyı doğuran
Her gidişinde dünyanın birkaç karınca boyu
Ve her gelişinde eski yerine
Dayanan,tüm kalan o yer ki
Anlamak mümkün değil
Nasıl değişir insan eliyle böyle
Nasıl daha yavaş döner ve nasıl
Acele eder göçüp gitmeye.

Mavilikler bulanmaya başlamadı henüz
Tüm balıklar terk etmedi ulu evlerini
Ağaçlar devrilmedi kütüklerini terk ederek
O kütüklerde sincaplar
Biliyorum hala yavrularlar
Çoğalır,azalır,susar ya da yanarlar.

Ne mutlu bize ağaçların da üstünde
Yaşayabilen ve ağlayabilen
Ölüm kederini hala taşıyabilen 
Ama hala öldürebilen bize ne mutlu
Gözlerimiz kapanacak mutluyken
Ve dökülecek üstündeki kaşlar
Sarı,siyah ya da kırmızı
Ve yok olacak yumruğumuz
Çiçeklerin içinden geçerken
Henüz kanımız doldururken ağaçları
İnsanlar soruyorum
Bu giysiler,sorular,akıllar ve kavgalar
Çocuklar,açlıklar ve yokluklar
Bizi bizden alan tüm bu sınavlar
Hepsi yok olurken
Karışırken taşlara hafızamız
Mümkün mü anlamak bu kavgayı.

Mavilikler bulanmaya başlamış rüzgarlarda
Balıklar sıçrayamasada evlerinden uzağa
Bir ulu kütüğün üstündeyim
İçi boş,sincapsız ve yavrusuz
Kızmış kumların üstünde
Suya bu kadar yakınken
Susuz ve yok olmuş öfkeli dünyanın
Ne mutlu üstündeyim.


               
                                                                                       
                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                       İstanbul,8,2015   




Cumartesi, Temmuz 25, 2015

Sabahın Beşi

Uyumuş gene
Kıvrılmış çarşaflar arasında
Serin ve yalnız uyumuş
Titreşen ışıklar altında
Ve unutmuş bakmayı denize
Çalmamış kapı,zil,telefon
Henüz ocakta yemek
Çaydanlıkta çay pişmemiş
Isınmamış mangalın közü
Toprakta hiç çilek bitmemiş
Uyumuş ikinci katında bazı yerleri hala 
Sarı kalabilen evin
Güneş kendi rengine benzetiyor
Ahşap pergoleleri
Kiremitleri çürüyor
Uyumuş sivri taşlı yola bakarak
Plastik pencereden
Göğsü bir çıkıp bir iniyor
Sıcak yükseltiyor 
Karşı tarladaki buğdayları
Gece yeniden alçaltıyor
Hep kısa saçlı kalan kadın
Hep anlamadığı özlemle
Hep aynı yatakta
Uyumuş bekliyor.

Anam düştü rüyama
Rüyamda uyumuş bekliyor.

Kapıdan gözlüyorum yaşamı
Kapı pervazında daha doğrusu
Henüz kapı dikilmemiş odama
Biri demirden diğeri tahtadan yatakta
Anam uyumuş,babam düşünüyor
Ölüm kokusunu almış bizim sitenin
Ya köpüren denizden
Ya da kulübesinin önünden bekçinin
Ağır ağır geliyor
Bağırıyorum uyumuş anam
Uyansın da çıksın tepeye
En üstüne evin
Sıcak betonuna terasın
Uyanmıyor.

Anam düştü rüyama
Rüyamda uyumuş bekliyor.

Şimdi ne denizler boyu koşmak
Ne ormanlarda dolaşmak
Ne keşfetmek uzun geniş kaleleri
Ne doldurmak ceplerimi
Sade o pervazdan seyretmek
Anamın alçalıp yükselen nefesini.



                                                                                                     
                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                      İstanbul,7,2015



Perşembe, Temmuz 02, 2015

Temmuz 1993

Savaş var sanırsın,mahallede
Gelip duysan şaşırırsın
Bir süre direndim kardeşim bu sese
Bağırışlara,haykırışlara,yükselen böğürmelere
Dayanamadım sonra bilirsin
Kalktım masanın başından pencereye gittim
Ellerinde bir ateş,küçük çocuklar
Neşeyle parlayacakken gözleri
Önlerindeki derin,palazlanmış alevi
Besledikçe besliyorlar.
Çevirmişler etrafını bağırışıyor,şakalaşıyor
Bilmem gene hangi evin
Kıştan kalma atılacak odununu
Yığıp sokağın ortasına,asfaltın üstüne
Bir güzel yakıyorlar.

Çocuklara emanet etmişler ateşi
Çocuklar yakıyorlar.

Üzüldüm kardeşim,
Neşeli ahalinin haline değil
Bilirsin neşelenmem ama ben
Bozmam neşesini de kederimle ki kimsenin 
Ben ateşe üzüldüm,
Birden yükselen ateşe
Adam sen de ateşe üzülünür mü
Çocuklar gülerken kederlenir mi insan

Çocuklara emanet etmişler ateşi
Çocuklar yakıyorlar.

Büyüdü şimdi hepsi,yürüyorlar
Altlarındaki asfaltı titreterek
Bankaların,okulların,heykellerin yanından geçiyorlar
Görmüyor musun kardeşim
Her biri koskocaman sakallı herifler oldular
Ateşlerini ellerinde taşıyor,yürüyorlar
Bir garip ahşap otele
Bir garip şaire,bir garip ressama,akıllarının tam tersine
Ateşleriyle koşuyorlar
Onları yakan ateş gökten geliyormuş kardeşim
Görmüyorlar
Cinayeti yaratan değildi yaradan
Koşuyorlar kardeşim kül etmek için şiiri
Gömmek için mezara özgürlüğü.
Vardılar sonunda.
İstedikleri gibi bir meydanda toplandılar
İlk hangi çocuk çakmıştır kibriti
Benzin döken şu esmer,kıvırcık oğlan mıdır
O ilk sıradaki küçük çocuk mu kül etti 
Merdivenlerde oturan üç şairi.

Çocuklara emanet etmişler ateşi
Çocuklar yakıyorlar.

Acımıyor,düşünmüyor ya da gitmiyorlar
Bekleyip öfkenin sıcağında
Hiç dinmeyecek bir açlıkla
Ateşi seyrediyorlar
Kaçan olursa avlayacak
Yanan olursa bakacak
Haykıran olursa daha yüksek haykıracak
Şiir yazan,türkü diyen,saz çalan olursa
Susturacaklar.

Dindi mahallede ateş
Karlı bir Cumhuriyet kentinde de dindi
Ayaklanıp koşmaya başladığı yerde özgürlüğün
Ateş bir kere yandı 
Sonra dindi
Söndürdüler insanlarla ateşi
Ve nerede duman yükselse o kentte
Ateşlerin arasından hala dizeler belirir
Yanıp tutuşan bedenlere hapsolmuş
Bir daha hiç çıkmayacak göklere
Kağıtlar dolusu dizeler.

Çocuklara emanet ettiler ateşi
Çocuklar o ateşte gene çocukları yaktılar.***


             
                                                                                                              Rüzgardanadam
                                                                                                              İstanbul,7,2015
  






***-Ya birimiz ölürse?
     -Kalanlar da ölenler için şiirler yazar.




Pazar, Haziran 21, 2015

Ve Anlıyorum

Ne kadar yazsam da harfler kelimelere dönüşecek güçte değil gibi.Bir şeye benzemiyorlar.Ayaklar altındalar.Onurları ve gururları yok.Herhangi bir şey de anlatmıyorlar.Tüm bunlara rağmen yazmak ahmaklığı bilmem bilir misiniz,yüzyıllardır süren bir iç savaşın bitmek bilmeyen ihtiyacı.Bu iğrenç ihtiyaç kavrulan bir susuzluğa serpilmiş birkaç damla su gibi etki bırakıyorsa da ancak böyle ıslanabiliyorum.O sebeple kabulleniyor ve yeniden,ezilmiş bir kabullenişin ardından yazıyorum.Ezilmiş çünkü karşı çıktığım neredeyse her şey bu kabullenişlerin arkasında yok olacak gibi.Bazı insanlar bir şeyler söylediklerinde,dinlememeniz,uygulmamanız ya da umursamamanız mümkün değildir.Ne derseniz öyle seslenin buna.Korku,nefret,sevgi ya da tecrübeye olan inancınız.Bozuk gözlerimin ardında şekillenen pütürlü resimler buna sadece kabulleniş diyor.

Öyle kişiler öyle şeyler söylediler ki yapmasam ayıp olurdu zaten.Karşı çıksam,hayır öyle ışık vermiyor güneş,çocuklar ölmeli diyorsun ama ölemez öyle,giysiler ne çıplaklığı engeller ne de tecavüzün gölgesidir insanlık namına desem,kalksam ayağa,tokadın tam da çarptığı yere dokunarak küfretsem,siz desem,siz bilmiyorsunuz bazı bilgiler bazı kafalara çok önceden eklenmiştir.Bunların sizde olmayışı kullanamayacağınızdandır.Yaşınızdan ya da bilgilerinizden değil.Sesim çıksa keşke.Bu ezilmiş kabullenişin ardında solup gitmesek.Uçuşan renklerimiz boyuyor gözlerimizi.Siyah ve gri tonlara bürünmüş bir dünya  tercih değildir.Hiçbir yazarın ya da şairin,ressamın ya da çocuğun tercihi değildir.Öyle kaçıyorlar ve öyle hızlılar ki bizden çaldıkları renklerin tonları henüz havada uçuşurken yok oluveriyorlar.Bizlerse dizlerimizin üstüne kapaklanarak yeni yaralarla boğuşuyoruz.Demem o ki,kimse sizden daha iyi bilmiyor yaşamayı.Güneşin rengini,mavi denizin kumsala dokunuşunu,sevmeyi ya da pişmanlığı sizden daha iyi bilmiyor.Kendi yaşam zerreciklerinde boğulurlarken size uzattıkları can simitlerini kendi kurtuluşları gibi görenlerin zalimliği sanıyorum bu yüzyılda can almaya eş değer.Olmayan hayatların ardında bakın onlar var.Sıkışmış tüplerin içinde gibi olanların,tertemiz gökyüzünde,ortasında ormanların,nefes alamayanların arkasında bakın bu renk çalıcıları var.

Her yazımın bir amacı olmasa da benden çıktıktan sonra kelimeler kendilerince bir misyon üstleniveriyorlar.Rahatsız da etmiyor beni.Çoğu zaman benden bağımsız ve gereksizler.Bugün de bir farkları yok ama asla ölmeyecek olanlar da bu ukala kelimeler oluyor.İnsanlar devrederken yaşamlarını bunlar geride kalıyor.Ölümsüzlüğün şişeye değil ama kağıda doldurulabilen bir hali bu.O yüzden bu kadar güzeller.O yüzden bir kumsalda oğluna hasretle sesleniyor şimdi Nazım,Valjean hala bir yerlerde kürek çekiyor*,nefret saçıyor Bukowski henüz yarışı kaybetmiş bir ata ve Orwell Londra da nemli bir mezarlıkta yatmıyor şimdi.Belki gene beş parasız ama hala hayatta ve rehin vermek üzere şu sıralar ceketini Paris de bir adama**.Bunu içimde en derinde hissediyor ve biliyorum.Ne değerse değsin artık kulaklarıma,kimin muhteşemliği dokunursa kelimelerle bana o anda sefaletini anlıyorum.Senin gibi benim gibi ve acı çeken herkes gibi sefaletini görüyorum.Acımadığımı söyleyemem.Acınası hali sefilliğinden gelmiyor.Aynı hizada duran çukurdan,kafasını çıkarabildiği için daha iyi olduğunu sandığından geliyor.Yaşamak ancak dokunabilmektir o çukura kimse göstermeden.Batabilmektir nefessiz kalana kadar.Sadece kendi ellerinizle savaşıyorken kurtulmak için aynı çukurdan,bu yardım,yardım sandığınız bu konuşmalar sadece sefilliğin bir başka hayattaki yakarışlarıdır.Korkaklık bu yakarışlardan sonra başlıyor.Adınız korkak olmadan ve süslenmeden sıfatınız sizi aşağılayan her şeyle bu anlamsız seslere son verin.Verin ki bir çukurdan diğerine geçebilin. 


*Valjean,Hugo'nun Sefiller romanının bir karakteridir.
**Paris ve Londra'da Beş Parasız,Orwell'in yaşamöyküsünü içeren bir romanıdır.




                                                                                                        Rüzgardanadam,6,2015
                                                                                                                 Denemeler
                                            




Çarşamba, Haziran 17, 2015

Yokluğum

Nasılsa uçmuş mürekkep
Kalın demirlerle kaplı kalemin içinden
Rüzgar dağıtmamış ya da
Tavuklar çalmamış
Çaldıkları her şeyi yiyen tavuklar
Öfkelenip sandallardan atlayarak
Alev alacak kadar sıcak
Denize bakmamış
Tam da söyleyecekken bunları
Mürekkep havalanmış
İzini bırakmış levhaya demirden
Konuşuyor,
İnsanlar değil ama kalemler
Satır satır,çoğu zaman bilmeden
Konuşuyor.
Ve onlar konuşurken
Alt mahallede gene kediler
Çöplüklerden çöplüklere zıplıyor

En az insan kadar kedi var
En az insan kadar çöp
Hepsi aç,en az insan kadar
Ben,en az insan kadarım
İnsan edemeyecek kadar az
Kedi olamayacak kadar çok

Kalemin içinden mürekkebi ya bahar aldı
Ya da hiç olmaz dediklerim
Bekledim ölmesini
Tepelerde ve yalnız ormanların
Duydum ölmüşler,devrilmiş kütükleri
Çamların sivri uçlarının
Toprak rengine bulanmış renkleri
Ve azalan ümit bağlamış yaşama
Kaybolmak istemiyorum bu çok bilinirlikte
En iyi düğümleri atmak
Bıçağı savurmak
Toprak altında kavrulmak ve
İstemiyorum taş seslerini
Mürekkebimi doldursun yine gözlerim
Ceplerime denizi,ağzımın kokusunu
Demir kapının özenişini tüm tahta kapılara
Hepsini doldurun
Ben yok olmadan henüz
Bir gün açık demirden renkli kalemimi de almadan
Hiç bitmeyen hatalarınız
Hepsini doldurun
Doldurun,
Ölene kadar yazayım.


                                                                                                      Rüzgardanadam
                                                                                                      İstanbul,6,2015

Pazar, Nisan 05, 2015

Aniden Doğru Söylemek

Yazmak zorundaydım.Affınıza filan sığınmıyorum.Her zaman olduğu gibi gözlerin gördüğü,kalplerin hissettiği ama bir türlü kelimelerin eşlik etmediği çirkinlikleri anlatıyorum.Diyorum ya sırf bunun için birazdan sözünü edeceklerim eğer suçsa affınız da beni suçlamanız kadar umurumda.Uzunca süredir şiirsiz yazıyı rafa kaldırdım.Rafa kaldırırken bir süre sonra,boyumun o rafa erişemeyeceği kadar yüksekte olduğunu anladığım da,sizin için önemi olmayan bir uzun hikaye yazmaya başladım.Fakat raf yeniden alçaldı ve gözlerimin gördükleri artık canımı acıtıyor.Evet artık benim de bu memleketin gidişatı için telaşlanan,sadece genç olduklarından her şeyi söylemeyi meziyet bilenlerden tiksinen ve kötünün iyisini iyi olmak zorunda olanlarla karıştıranlardan yana şikayetim var.Fakat tıpkı diğer yazılarıma yazarken kendimi yaktığım kelimeler gibi sizi de yakmasını umduğum kelimeler seçmeye çalışacağım.Affınızı sorgulamayın.Şimdi değil.

Genelde sadece görmem.Şüphe eden bakışlarım çok gerekliymiş gibi karanlık hisleri toplar etrafına.Sırf bu sebepten yazdığım ve bir daha da dönüp okumadığım çok yazı birikti.Şimdi birileri onları alev alev yaksa ateşinde ısınırım yalnızca.Fakat alev alev yanan yaşamanın altın kurallarını taşıyan,konuşmalarımızı ya da davranışlarımızı yönetmek yerine bize sadece yaşatan,bir bardak kahveyi acı,tatlı,sadık ya da uzakta hissettiren kültürümüz olunca ortaya çıkan ateş ısınmamız için ihtiyacımız olandan çok daha sıcak.Affınızı titretmeye başlamayın.Çünkü oradan yükselen artık hiçbir melodi,hiçbir ses vicdanlarınızın insani ve sıcak yerlerinden değil arsız,karaktersiz ve uyuşuk acımalarınızın pütürlü duvarlarından geliyor.Siz yazana ve konuşana,insan olduğu için diğerlerinden ayrılan insanlara,sağa sola gitmeyi sadece tercih etmediğinden nazikleri kabalaştıran affedicilere sesleniyorum.Belki gökyüzünün derinliklerinden kopup gelmemiş sözcüklerim olmadığı için mevzuyu en başından kaçırdınız.Belki size ateş dediğimde siz gazabı anladınız.Çoktan yaktı belki de bu kelime sizi fakat bir de benim değersiz ateşimin tadına bakın.Bir kereden bir şey olmayacak sandığınız günahlarınıza,insanoğlunu siz mahvetmeden önce yaşayabileceği zaten bir tek  yaşantısı olduğunu anlatmayı çok isterdim.Ölenin bir kere öleceğini,sevenin ömründe sadece bir kere öyle seveceğini ve bazı taşları kaldırırken bazı insanların terlemek zorunda olduğunu bilmenizi dilerdim.Kapattığınız kapıların insan zihninde sadece açık ve ışıltılı durduğunu sizinse o kapının ardından gelen bir parça nem olduğunuzu görün isterdim.Evet siz adı konulmamış bir hastalıksınız.Ardına sığındığınız sanal ampullerin altındayken ben ne mutlu insana dair gerçek karanlıkları görebiliyorum.Sizin reddetmek ya da kabul etmek arasında gidip geldiğiniz fikirleri ben kendime dizginler geçirmeden düşünebiliyorum.Ne anladıysanız kenara atın.Ben insanın yaptığı hiçbir kuruma bu denli öfkelenmem zaten.Yok olma fikrinin derin acısının altında dokunarak açabildiğimiz iletişim araçlarından çok daha fazla gerçek var.Tıpkı küçükken cisimlerin sertliklerini ayırt etmek için cisimlere sadece dokunmak çözümünü bulan bir çocuktan artık farkımız yok ve unutulanların artık yaratıcısını da kovalayıcısını da unutuyoruz.Yanan kitapların sade isimleri değil artık neden yakıldığı da uçtu gitti kafalarımızdan.

Affetmek için buraya kadar sabreden herkese teşekkürler.Fakat muazzam ölçüdeki aflarınızı hala ve hala istemiyorum.Bu yüzyılı ve onun insanı içine çeken,birden en büyük ihtiyacımıza dönüşen derin sosyalliğini,siyah ya da beyaz olmaktansa gri kalanları taşlayan gözümüze batırmak için bizi uykularımızdan uyandırdığınız  inançlarınızı ve sürekli acı çeken karakterinize nasılsın diye soramadığınız akıllarınıza saklayan aflarınızı.Medeniyet ihtiyacını anlatan her kağıt parçasına,her dil kıvranışına ve her soruya selam olsun.



                                                                                               Rüzgardanadam//Mart 2015
                                                                                                     Benim için Gündem




Çarşamba, Mart 18, 2015

Uyandığımda

Ben pencereyi yaz geldi diye açtım,
Sokağın karşısındaki meyve ağacı
Meğer safi dikenmiş
Meyve verir diye üç aydır
Pencere önünden gizliden baktım
Sonra en az ağaç kadar yüksek
Üç adam,bir çocuk
Kestiler kopardılar
Biliyor musun,ham meyveye meğer
Bıçak yaraşırmış
Kaleme kağıt deselerde
Sivri bir karanlıkla  nefes de can da 
Alınırmış
Söz vardığı yere su serpmediğinde
Tüm alacağı yolu istemeden de olsa
Yakarak dolanırmış
Su içmek kadar biliyorsan yaşamayı
Boğazına takılınca damlası
Öksürmek gülünç,tıksırmak ayıpmış
Sen,ben gördüm biliyorum bazen duyuyorsun
Koşuyor,yoruluyor,esniyor,ağlıyorsun
Herkesin ortasında herkes kadar olmak
Korur aynı zamanda kovalarmış
Olmadan daldan kopan meyve
Ağacın nefreti değil sade kendine benzeyen
En mutlu evladıymış
Hiç görünmeyen karanlıkta biliyorum artık
Uyumadan önce düşünü kurarmış
Ucuz sokak lambalarının
Her şey geçer gibi geldiğinde gelmesi gereken
Gitmek için hazırlanırmış
Terk edilen sensin sanırken bavullardır
Köpeklerin kovaladığı kediler değil
En önde koşan farelermiş
Gün sabaha her yerde dönmez
Aydınlansa da asfalt,
Suyu ilk içtiğin yer kadar ışımazmış
Adımların aslında ölümün yolunu arşınlar
Gençken hızlı olur sonra zamanla ufalırmış
Yaşam mumlarda beliren hayaletler kadar gerçek
Ölüm mum ateşinde sallamayı unuttuğun parmağınmış
Suyun soğuğundan beri,
Üşüdüğünden beri yorgan serinliğinde
Betonlar ayak bastığın tahtalara dönüştüğünde
Neden bunca anahtar varmış öğrendiğinde
Gözün ufka değil,geçmişe bakarmış.



                                                                                            Rüzgrdanadam//Mart 2015
                                                                                                          İstanbul

Pazartesi, Şubat 09, 2015

Kadıköy

Yine ıslandı her şey
Yine kokusu yok oldu çimenlerin
Semtin üstüne binen şey
Ne yağmur bıraktı,ne de yıldız
Ruhunu aldı mahallerin
Ben ki severken soğuğu
Gene cenazesini kaldırdılar adını bilmediğim
Mabetlerden,şarkıların.

Islanmak ya şemsiyelere ayıp ya da otobüslere
Dolmadan kalkan dolmuşların
Işığına ayıp jetonlar
Göstermeden geçmiyor gözlerini
Tuvalet diplerinde sarı siyah kartonlu çoçuklar
Ben adımlarımı hesaplayamam 
Hiçbiri birbirinin eşi değil
Bir gün ki nefes odanın dumanında
Diğeri akan saçlardan
Evim sıcaktı evim olmadan önce
Yaşamak için betonlar arasında para vermek
Ağaçlara biraz da işçilere ayıp
Uzayan kış takvimlerde yerli yerinde
Anamın sesi ucunda ahizenin
Kollarım penceremde
Bitsin diye beklemek yazı,korkarım
Unutulan bahara ayıp
Umudu çoğullaştıran her şey aslında fakirdir
Ölümden korkan herkes şarkı söyler
Ve herkes bir kez de olsa ömründe
Şarkı söylemiştir.

Yine ıslandı her şey,
Gene sonu göründü sokağın
Kar düşmese de kaldırım kenarına
Yalancı yağmurlar bindi yazı bekleyen çocuklara
Ne zaman insem diyorum merdivenlerden
Anahtarını bulamıyorum aklımın
Semtin zemin katında.


                                                                                            Rüzgardanadam//Şubat 2015
                                                                                                           İstanbul