Playlist 2

Salı, Aralık 02, 2014

Kaçtayız

Anam elli yaşında,babam altmış
Biraderim desen
Yirmisekizinci senesini yeni çöpe atmış
Sevdiğim yirmibir
Birikeli gözünün damlaları elime
Toplasan bir yıl olmuş
O güvercini toprağa on sene evvel gömdüm
Acısı boğazımdan geçeli
Bir ay olmuş,olmamış
Bir elin parmaklarının gene bir elle sayıldığını
Yan yana eklenince sayıların
Aynı acılar gibi çoğaldığını
Top oynayan çocukların saymayı
Birbirlerinden çaldıklarını
Artı diyince hayatın bir yumruk daha katıp
Eksi diyince toplamından alacağını,
Fark ettiğin ne varsa
Anlayalı henüz günler geçmiş.

Baksan bir saat olmadı doyuralı karnımı
Nasıl bir açlıksa içimizde biriken 
Resmen havayı emiyor kalan zamanımız 
Nemini söküyor odaların
Yeni ısıtmıştım halbuki yatağımı
Henüz dakikalar olmadı
Soğuk dolmuş gözkapaklarıma
Sevişeli yalnızlıkla uzun zaman geçmişti
Dokunalı rüzgara yön değiştirdi sanki
Saymasını biliyorsan şu saniyelerin
Kaç saat edeceğini hesaplayıver
Benim anlarım yetmedi.

Anam elli yaşında,babam altmış
Biraderim yirmisekizinide hepten bırakmış
Sevdiğime dokunalı yirmibir yıl oldu
Çocuklarım meğer asırlar sonrasına kalmış. 


                                                                                                Rüzgardanadam//Aralık 2014
                                                                                                                İstanbul






Cumartesi, Kasım 15, 2014

Şimdi Gelenler

Çok şey birikti diyemem.Son zamanlarda öyle elim vakalar gelmedi başıma.De ekinin yazılışını öğrendim ama bence çok gereksiz.Dahi anlamında da olsa dahil edemiyorsanız dahil olanların yanına kendinizi ayrı yazmaya da gerek yok.Ya da gerek var.Ne önemi var.Yükselen duman biliyorum kaybolmuyor.Odanın lambasına ulaştıktan sonra sanki barışır ya da buluşur gibi onunla yeniden birleşiyor belki de geldiği yere gidiyordur.Pencere kapalı.Dışarı da duman zaten.Gözkapaklarım ağırlaşsın diye bekliyorum.Birşeyler okuyunca benim de herkes gibi uykum geliyor artık.Başlarda buna üzülmüştüm ama şimdi öyle güzel kullanıyorum ki bu özelliğimi artık uykumu zihnim değil kelimeler yönetiyor.Uyanırken biraz problem çıkıyor sadece.Ayıldığımı hissetmeden yaşamaya başlıyorum.Yarım bıraktığım kitaba devam eder gibi.Kitap bitmiyor.Uykum geliyor.Kanlanan gözlerim betimlenen her ovayı,denizi,çölü ya da insanları öylesine anlamsızca takip ediyor ama bunların hiçbiri sizi ilgilendirmez.İmla kurallarını doğru yaptığım sürece hiçbiri umrunuz da olamamalı.Belki ki ekinden bahsederken önünde bir çizgi olmalıydı ama konuşan herkese verilen o konuşma çizgisi benim repliklerimde yokken bunu hak etmediğini düşünüyorum cümlelerimin.Yani sözlerim bu kadar metnin içine gömülmüşken dedi ile bitmeyen her cümleme bir konuşma çizgisi gereksiz,çoğu zaman benim konuştuğumu bile anlamıyorken hayali muhattaplarım.

Ard arda değişmeyen fikirler ve yalnızlıklar yerini heyecansız benzeyişlere bırakıyor.Ben de artık bir zaman sonra değişenlerdenim.Şaşırıyorum mesala birkaç yıl önce düşündüklerime.Hiç gelmemişti başıma açıkçası biraz şaşkınım.Küçümsemek kendini önceki yaşamlarında şu anı da kaybederek yaşamak değil mi.Gene soru işaretini unuttum ama geriye dönmek mümkün değil birşeyi soramadığınız anda.Neden diyememek soru soramamak değildir.Belki nezakettir ama onunda mevsimi değil be kardeşim.Yağmur yağdığında daha nazik oluyorum.Adam akıllı da bir sulanma olmadığına göre göklerin gözlerinde,ben artık nazik felan değilim.Diyorum ya değiştim.Huyum suyum felan,vazgeçtim huylu diyenlerin gördüğü huylarımdan.Bu arada yemeğin yanında verilen o küçük mezeler var ya bence küçük ve çabuk bittikleri için yemekten daha lezzetliler.Bazılarımız yemekleri daha güzel göstermek için dünyaya gelse de lezzetli de mi olamazlar canım.Olurlar tabi.Müsade edin de bunla övünsünler.Temiz olmaları zaten umrunuz da değil.Bırakın bari sevinsinler.

                                                                                                
                                                                                         Rüzgardanadam//Kasım 2014
                                                                                                       Denemeler

Pazartesi, Ekim 13, 2014

Olamamak Karınca

Taşar,taşar taşmaz sanma deniz
Merhaba elvedadan önce
O gördüğün suların sonu var
Üstelik öyle sandığın gibi değil tertemiz
Kıyılarda bolca taş var,bolca yengeç
Ay ışığından başka yok ışık
Kumları yapışır giysine
Ayaklarına da bir sürü pullu yüzgeç
Sen göremiyorsan ya ufkun sonunu
Oraya kadar gidecek takatin de yok malum
İki deniz arası kumsal üstünde tuzlar
Ortada bir kaya üstünde kaldım
Tam bana ulaşacakken bir balıkçı
Denizde kaptılar koca balinayı
Merhaba elvedadan önce
Anlatacağım sırası gelince
Şimdi denizler kadar büyükmüş gibi
Yokmuş gibi bir bardak suyum
Suları anlatacağım.
Zaten gecikeli çok oldu ışıması suların
Hatta bazı denizler duydum
Kaynayarak evi olmuş ölü balıkların
Kıyıya vurmadan ölmek ne utanç verici
Bir levrek için değilse bile
En azından köpek balığı için yani
Ölünce köpek balıkları bakınız
Bütün denizler güvenli
Artık tüm çocuklar yüzebilir şamandıralarla çevrili
Büyük göllerimizde
Merhaba elvedadan önce
Kusura bakmayın yatıya kalır gibi oldum
İki yastık istedim ama ona da kızmayın
Biri başımın altına diğeri de bastıracak
Gece boyunca göğsümün üstüne
Nefes aldırmayacak gene başkasının evindesin diye
Sulara atlamalı henüz tüm köpek balıkları ölmeden
Yoksa söylemiş miydim,hatırlayamadım madem
Son kez merhaba elvedadan önce
Aşık olmayı en iyi karıncalar gizler
Toprağın altında olduklarından değil
Olmadığından ellerinde suskun beklemeler
Azken yaşamaya süre bu kadar
Sevdiğimden değil ciğerimi doldurmayı
Sıkıştığından sürekli randevular
Azalıp giden şey yaşamak
Elveda merhabadan sonra
Üç merhabadan bir elveda yapabilen herkese selam
Kolay değildir çoğu zaman.



                                                                                                 Rüzgardanadam//Ekim 2014
                                                                                                               İstanbul




Cumartesi, Ekim 04, 2014

Kırmızı

Her şey ne kadar zamandır neye nasıl baktığınızla alakalı.Ruhunuzu kemiren acılar tamamen bakış acısının ızdırabı.Yıllar önce denmeyecek kadar kısa,hatırlanmayacak kadar uzun bir zaman önce,içlerinden okumadıklarım olduğuna neredeyse emin olduğum bir düzine kitap pis ve yağlı saçlarıma,tahta masamın yanık izine,pencere kenarında bekleşen damlalara bakardı.Onlardan ayrılırken bir söz vermemiştim.Genel de cansız nesnelere söz vermem.Canlılara verdiğim sözleri de çok tutmam ya zaten.Hoşçakalın dememiştim.Şöyle bir dönüp bakmadım ayrıldığım eve,kedilerin kusabildiğini öğrendiğim bahçeye,kimin yaptıdığını hiç hatırlamadığım yoğurt beyazı kapıya hiç bir kere daha dönüp bakmadım.Keşke baksaydım da demeyeceğim.Olay bu işte ben o evden geri dönmemek üzere ayrıldığımda bakışım denizlere ve ufka doğruydu.Yelkenlerin açıldığı dalgalı denizlere ölü bedenlerin solukları can verecekti,kelimeler yüzecekti.Söylediğim her yalan doğru çıkacaktı.Söndürdüğüm her ışık yanacaktı.Kaybettiğim sandıklarım yanıbaşımda bitecek,yanlış bildiklerim herkesin doğrusuna dönüşecekti ama oyunlar hep gözkapaklarımızda oynanıyor.Gözkapaklarımızın ardına düşüyor gölgelerin yansımaları.Sevgisizlikler,doğrulmalar,unutulanlar hep orada bitiveriyor.Emin olun emin olmayınca hiç de mutlu olamıyor insan.Kalabalığa faydadan kimseye fayda yok.Kalabalığa bile.Ne kadar zayıfız,İsterdim ki seçtiğim kelimeler zayıflığı anlatsın,kelimem sadece zayıflık olmasın ama başka tamamlayacak birşey yok bu manayı.Ne kadar zayıfız.Ayaklarımız eğer her an tutmaya yetmiyorsa bedenimizi,kalbimizin hızına hakim değilsek,kollarımızın hareketleri batıyorsa en sevdiklerimizin gözüne,bildiğiniz halde herşeyi yine de yalnızsanız ne kadar zayıfız.Ölmek ne kadar iyi bazen,Saçmalıklarımın sonuna gelirken okuyan herkesten özür dileyerek bir şeyden daha bahsetmek isterim.Eğer bir yerde sizi seviyor taklidi yapan birisi varsa,bırakın rahatça icra etsin oyununu.Rolünü çalmayın.Repliklerine müdahele etmeyin.Bu bir oyunsa amaç sandalyelerin rengini görmemektir.Oyuncular giderse salon boş kalır.O zaman kırmızının renk olmaya en çok yakışan şey olduğunu anlarsınız.Anlamak o anda iyi değildir.Bırakın oyun devam etsin...


                                                                                                                 Rüzgardanadam//Ekim 2014
                                                                                                                               Denemeler

Salı, Eylül 30, 2014

Dışımda İkamet Eden Kötülük-1

Bu bir hayal ürünüdür...

Duvarı henüz bitmemiş bir evin neredeyse yarısı açık tahtaları.Kapalı kısımlar da zaten alabildiğine aralıklı.İçeriye yaşam girmeyecek kadar sık döşenmiş tahtalar.Ayıbını göstermeyecek kadar içerinin gizli.Nemli ve nedense sürekli ıslak toprağın üstüne sanki gökten düşmüş.Çatısı dayanamamış bu düşüşe öylece aşağıya salmış kendini.Az daha güneş ışığı düşse kiremitlerine,çökecek o anda yerin dibine.Acınası değil görünüşü sadece aptal bir ev bu.Biraz daha özenilse içinde çocukların oynadığı bahçeli bir tek katlı yuva ama sanki kimse layık görmemiş bunu içinde yaşayanlara.Akıp giden su temiz ve ferah bir şelale değil sade içi b*ksuz bir lağımın patlamış kanalı.Aniden bir gece patlamış ve kimse aldırmamış sanki.Kendiliğinden iyileşmesi beklenmiş.İyileşmiş de zamanla,yağmura inat.Burada sulara yanlış yerlerde sapıtmamayı öğretmiş hane halkı.Çocuklara gülmemeyi,kadınlara bakmamayı,erkeklere parasız kalmayı,bakkallara yazı yazmayı öğretmiş.Etraftaki ağaçlar sanki yapraklarını bir daha oluşturmayacak gibi dökmüş,yollardan geçen arabalar rüzgarıyla sokaklarına daha çok yakışacağa yerlere sürüklenmiş yaprakları.B*ksuz lağımın içinde kurumuş yaprak parçalarını gören çocuklar gülüşmüş.Kahverengininn tonlarının hastalık olmadığını,doğanın ve dünyanın her kötü şeyi o renkle anlatmadığını anlamış.Burası ne bir cehennem ne de bir cennet.Burası ikisi arasında sıkışan bir kuyu da değil.Burada kimsenin bunlarla ilgisi yok zaten.Secdeye kapanan başlar var ama sadece sohbet konusu burada ödüller ve cezalar.Yemek,su ve bir gün daha yaşamanın sonra,çok sonra gelen ödülleri.Yaşayan herkes denizin varlığını biliyor ama çoğu balık gördüğünde hatırlıyor.Yani çoğu denizi bilmiyor.Gemilerin denizde gittiğine dair oyunlar oynayan çocuklar var ama yetişkin herkes gemilerin denizde gittiğini çocukların bir oyunu sanıyor.Fakirlikten değil,gereksizlikten.Kapıların üstünde isimler yazıyor.Genelde soyadları var herkesin.O aile neyse soyadı onu anlatıyor.Gamsızlar..Üç gün önce analarını kaybedince öyle hızlı gömdüler ki kadıncağızı,sanki kadın kendisi de eşlik etmişti cenaze törenine.Ölülerini de hemen ilerideki üç dönümlük araziye gömüyorlar.Başlarına tahtadan bir mezar taşı.Çiçek felan yok.Çiçek sokakta satılabilecek şeyler sınıfında.Çocuklarda.

Henüz anlatılmış herhangi bir hikayeye dahil olmamış bu evlerin tepeden bir uçakla bakıldığında görünmemesi utançtan değil,kiremitlerinin renginin yan mahallelerdeki pahalı binalarla aynı olmasından.Bu mahallede herkes kahverengini hayvan gübresinden elde edebileceğini nasılsa öğrenmiş.Kaşiflikten değil,bolluktan.Güneş ışığının sadece karanlık ışınları buraya vuruyor.Herkes esmer gibi çünkü beyaz olmak koşmamaktır rampa yoldan aşağı.Beyaz olmak,ağırlığının iki katı,eli kesen plastik kayışlı torbaları taşımamaktır.Beyaz olmak,boğazına sarılan ellerin seni sevip sevmediğini ayırt edebilmek,beyaz olmak gözün kapalı uyumaktır.

Gözümü ilk açtığımda işte bu mahalledeydim.Doğduğumda değil.Doğumumdan tam onüç yıl sonra sıradan olarak buraya gelişlerimden birinde...



                                                                                                      Rüzgardanadam//Eylül 2014
                                                                                                                   Başlangıç
                                                                                                                          1

Pazartesi, Eylül 15, 2014

Bulantı

Yeniden midem bulanmadan yazmalıyım...

Acımak var olmak kadar önemli.Var olmanın temeli hatta acımak.Yaşamın acı çekilen her anında  salya sümük olmasada sizden epeyce uzakta vicdanlarla size acıyanlar türer etrafınızda.Terli alınları ya da şekilli saçları acımanın çok ötesinde olduğu halde.Komik şarkıların hiç olmayan hareketli kısımları.Acımak onlar gibidir.Bitmeye yakın en beklediğiniz anında yeniden başlar karanlık spotların altında.Yada acırsınız.İçinizde acı hissetmeme topraklarının hükümdarısınızdır.Acınmayanlar gibi acırsınız.Bozuk paralarınızın imkan verdiği ölçüde ya da bitsin diye beklenen sigaranın hiç düşmeyen külünde...Acımak kazanmaktır.Tüm yazdıklarım ya da uzunca bir süredir tüm yazamadıklarım aslında tek bir şey söylemeye çalışmıyor.Tek birşeyle dünyayı anlatmak daha doğrusu bir parçası olmadığınızı hissettiğiniz dünyanın anlam veremediğiniz acıyışını anlatmak ne zamandan beri tek bir kelimeyle anlatılabiliyor.Hayır bu sönmeyen bir ateş değil.Herhangi bir ifade edişde açıklayamayacak bunu.Belki birazcık daha anlaşılır olur şimdi söyleyeceklerimle beraber anlatmak istediklerim.

Midemi yeniden bulandıracak ama olsun.Dipte en derinde yaşamak herşeyi yumuşatmaktan geçiyor.Sert zeminlerin sürtünmesine dayanmıyor suratlarımız.Eskiyor,yıkılıyor,çürüyor...Yahu ölüyoruz.Bir yaşamın çok ötesinde güç biriktiren beynimiz vakit darlığından mıdır nedir,yaşamayı reddediyor.Kelimeleri ya da sevgileri sıkıştırıyor.Herşeyi sarıp ucunu da yakıp içmek mümkün olmadığından geriye vakitsizlikten değil,sırf pes edişden çözülmemiş sorular kalıyor.Yaşamın cevap anahtarı yok.Yanlışlardan çıkan doğruları yanlışa çeviren gene yanlışlar.Azınlıktaki doğruların miladı o kadar kısa ki,ekşiyor,tadsızlaşıyor doğrular.Sonra o içine ettiğimin mide bulantısı başlıyor.Delirdin sanıyorsun.Ne yemek ne içmek öyle aniden bulanıyor.Düşünmeye dibinden başladığından korkuları,vücudun merkezinden başlıyor titretmeye.Midenin dibindeki sıvı,hiç var olduğunu görmesende sallanıyor,çalkalanıyor.Ayakta kalmak zorunda kalmak,işte bahsettikleri savaş,özgüven,başarı...Hepsi mide bulantısının ilk aşamaları.Az kaldı bitsin kurtulayım bu azaptan dediğiniz zamanlara.Sonra yükseliyor yaşamın çirkinliğinden süzülen ne varsa midenizdeki gaz ve küfle birleşip nefes aldığınız yerlere.Kapağı açılıyor korku duvarının.Tanrı nefesle,ölmeyi ard arda koyuyor.Soluklarınızın iletildiği duvar,merkezine gidiyor yaşantınızın.Sakinleş,derin nefes al...Ondan söyleniyor bu saçmalık.Her nefeste yeniden yükseliyor bulantı.Ne azap verici kelime bulantı.Ancak bu kadar iyi tarif edilebilirdi kendi yaşamaının içine etmek.Birilerine sesleniyor midenize dokunmasını istiyorsunuz.Parmaklarınızdan başka kimse yok.Yalnızlık orda beliriyor.Boğazınızın dayandığı yere kadar parmağınız giriyor.Tıpkı kendini öldüren bir idam mahkumu gibi.Sandalyeyi tekmelek cesaret değil mide bulantısının işi.Sonra ardına kadar dökülen ne varsa kağıda ya da insanlara işte sizi anlatıyor.Bulanmadan kusmuğa rol yapmak mümkün değil.Kusmayan herşey ölüyor.Kusan her şey acı çekiyor hem acıyor hem acınıyordur.

Susmak azaltmıyorsa bulantıyı,konuşmak da çoğaltmıyor.

Yeniden,yeniden,yeniden,yeniden bulanıyor...



                                                                                                     Rüzgardanadam//Eylül 2014
                                                                                                                 Denemeler

Pazar, Ağustos 24, 2014

Yenisinden Kaybediş

Bir yerdedir,
Kaybettiğin ne varsa,muhtemelen
Senin bilmediğin bir yerdedir
Açacakdan kalemtraşa geçtiğin gün,kaybettiğin kalem
Televizyondan radyoya geçtiğin gün,kaybettiğin kaset
Ya da erkekten çocuğa geçtiğin gün,kaybettiğin asalar
Muhtemelen bir yerdedir
Bir karıncanın midesinde ya da
Yanıyordur çöp yığınlarının içinde
Merak etme hepsi emin ellerde
Ama geç kalan biri gibi değil
Olmayan elmalar gibi bir yerdedir

Akşamın ışığında ki ışıl ışıldır insan eliyle
İnsan eliyle ancak böyle aydınabilirdi
Zamanın gölgesi
Düşlerin boğaz kıyıları
İntihar edenler kuğular değil hamsilerdi
Yunusların sade sırtları var
Çupraların kılçıkları
Öldürmek için bir boğazı
Ne yük aşırı gemiler,ne de vapur dumanı
Sade sorular var biliyorum
Onlarda kaybolmuşlarsa da bir yerdedir.

Geliyordur,yoldadır,şimdi varır
Akşamın bol rüzgarlı kıyısına
Sözünden söz eksiltenler konuştukça
Dalgalanır bak durmaz deniz
Ah çekebilseydim içime 
Bir ihtimal bağımlı,bir ihtimal yalnız
Otobüs bekleyen sadece insanlar değil
Biraz da kedilerdir
Asfaltlarda gemileri duyar
Çocuklarda
Ve kardeşlerde küser
Arasalar bulamazlar,yalandır yok derlerse
Kaybolmaz o da bir yerdedir

Koltukların arkasına bir bakın,
Bir de son gelen otobüse
İçi karanlıktır ikisinin,ışık yok deme
İyice bak
Kesin kaybettiğin yerdedir.
                                                                
                                                                                                   Rüzgardanadam//Ağustos 2014
                                                                                                                   İstanbul
                                                                                       

Pazartesi, Ağustos 04, 2014

Susuzluktan

Uzun zamandır yazmıyorum.Sadece burada da değil üstelik,kalemle ya da kağıtla uzun zamandır işim yok.Yüksek sesli düşünmek arzusunu içimde taşıyorum ama sesim nedense hep bir kısık çıkıyor ben de konuşmam o vakit diyorum.Kendime karşı bu kadar nazik de değilim aslında.Çoğu zamanlar suratıma tükürmek isteği beliriyor içimde.Sonra geçiyor ama.Unutuyorum kendime kızdığım her şeyi.Hastalıklı da olsa unutmak nefes almanın tek yolu çünkü.Aktif bir çabam yok yaşamak için.Mesela sabahları kalkıp çiçekleri sulamıyorum.Bir ara küçük bir kaba su koydum kuşlar için ama içen kuş da olmadı.Sonra o kaba yağmur damlaları düştü.İçinde su arttı önce sonra azaldı.Kaldırmadım ama küçük kutuyu penceremden.Nedeni içimdeki devrimi ya da hareketliliği simgelemesi değil tabi ki,tamamen tembelliğimden.Sahi neden kuşlar içmedi o sudan diye düşünürken cevabı buldum.Pencerem iki evin arasına bakıyor ve içindeki uçmak olan hiçbirşey bu dar,nemli,boğucu ve rüzgarlı yere girmek istemiyor.Balkona muhtaç binalarda pencereyle yetinen,kuşları bekleyen-sinekler felanda olur- insan yaşantıları.

Dalga geçen ya da hafife alan yok bu aralar beni.Savaştığım birileri de yok.Zaten hiç olmadı.Daha doğrusu bu aralar nasıl olduğum da kimsenin umrunda değil.Televizyon ekranlarında ya da süslü kitapların kapaklarında görmediğiniz sürece ben kuşlara bile iyilik yapamayan biriyim.Sahi o kitapların kapakları ne ara öyle oldu.Bir zamanlar kimse Sokratesin Savunması'na adaleti simgeleyen gözleri kapalı kadının resmini koymaya cesaret edemezdi.Piyasadaki en iyi kitapların Martı ve Bir Çift Yürek olduğu zamanlar güzeldi.Bir de fantastik kitapların kapakları bir zamanlar kitabın içinden daha az ilgi çekiciydi.Kapak bize hayal sunar ama bütün gizemini ancak siz kitabı okuyunca önünüze sererdi.Sanki o zamanlar kitap okumak daha haysiyetli bir eylemdi.Zaten memleketim de bir dönem kitap okumak,eylemdi.Slogan atmaya eş,parti kapatmaya yakın.Yazması da zordu kitapları.Kapağında yazarın ismi olurdu sadece bir de o kapak hep tozlu olurdu.Tıpkı eski direnişler gibi.

Belli ki yazmak için biraz daha beklemeliyim.İki ayrı konuyu tek bir pasaj da en ufak utanma dürtüsü hissetmeden yazdığıma göre kafamı toplamam için yeterli süre geçmemiş.Çoğu şair ve yazar hep bu karmaşadan faydalanmış bu dönemlerde ruhunun derinlerini esere aktarabilmiş.Zaten şair olmanın ya da yazar kalabilmenin asıl kriteri bu olsa gerek.Baksanıza direk saf dışı kaldım gibi duruyor.Yine.Yahu bu kuşlar susamıyor mu ?

Kabın içindeki su hiç azalmamış gene...


                                                                                                   Rüzgardanadam//Ağustos 2014
                                                                                                                Denemeler
                                                    

Cumartesi, Temmuz 26, 2014

Kurtuluşu Yeşilin

Yeniden hissetmek midesini renklerin
Bulantısına kapılmak çocuklarının,tonlarının
Kurtarmak için herşey yeşili,biliyorum.

Kat kat pişmanlık,rezillik bazen askılarda
Dolaplarda,adına oturma denilen odalarda
Yerler aslında çok kirli
Bakın bütün betonlar parlıyor ama
Tepedeki aydınlık güneşten değil
Zaman dahi giremiyor kapıdan izin almadıkça
Devretmiyor güneş geceye yükünü
Adımların ucu kapalı,
Tozlanmış ayakkabılar,renkleri yeşil
Hak etmiyor uzaklaşmayı tren rayları
Sabretmeyi doğuran acı değil,
Kurtarmaktır.
Kurtarmak için herşey yeşili biliyorum

Adımı sorsan ismimi söylerim,insan
Vursan suratıma acısı yayılır gözlerimde
Ağlamak için değil,
Maksat acı dışarı çıksın 
Maksat bir maksadımız olsun
Kolumuzu sarsın bileklerimiz
Korkmadım,korkuyorum
Yapamayadabirim ama
Kurtarmak için herşey yeşili,biliyorum

                                                                                                  Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                  İstanbul

Cumartesi, Temmuz 19, 2014

Çabucak Acı Çekmek

Önünüzdeki bir bardak suyu içmek istemediğiniz zamanlardayım.Hiç bir bardak su içmeye hakkınız olmadığını düşündünüz mü,satırlar dolusu sizi yerin dibine sokan sıfatları saydırmak istediniz mi kendinize,kağıda ya da kartona yazmak istediniz mi onları ? Gözünüzün önünde olsun diye.Bazılarımız hakikaten tamdan az hayatlara yerleştirilmiş.Kimsenin ilk tercihi olmadığı,o an içinde bulunduğunuz toplum neyi iyi buluyorsa onun tam zıttına yakın olmayı,ölmeyi ve yaşamayı çok kısa zamanların sırtına bindirdiği,birazcık mutlu olsa o bilindik her şeyi yanlış yapıyorum halinin geldiği,imla kurallarının yaşamının satırına uğramadığı,ilgi eki olan de'nin hep ilgisiz kelimelerde ayrı yazıldığı,Türk Dil Kurumuna taban tabana zıt,matematiğe küs,hem aptal hem de çalışmayan hayatlar.Üstelik zeki olmanın tam tersi değildir aptallık.Belki sesdaşıdır,ya da arkadaşıdır.

Olmak istemeden oluyoruz birçok şeyi.Öfkemizin bizi titreten ve sesimizi kesen öfkesini ki çoğu zaman öfkemizden daha öfkeli oluyor öfkemiz,planlamıyoruz.Hangi planın üstünden geçseniz tam karşınız da patlıyor teorisi olasılığın.Eğer aşağı çekilen sizseniz,gölgesi büyüyor küçük büyük herşeyin.Bazen büyüğe küçük dememiz işte bundan.Az olanla çok olanı kıyaslayamamak bazen bir ömür bundan.Bazı şarkıları dinleyememek bundan.Pişmanlıklar alevlenen kalbimizde bundan.Suç aşağı çekende de değil,her fırsatta doğuştan aşağı çekilen zeminden insanlarda da.Suç zorunda kaldığımız yaşamlarımızda.Suç aşağı çekenin birine iletişmenin tek yolunun bu olduğunu söyleyende.Suç aşağıda kalana yukarıda bir dünya olmadığını,olsa da o dünyada zemindekelere yer kalmadığını söyleyende.Suç ikinci tercihlerde değil.Suç güzelliği tercihe sokanlarda.Suç bir bardak suda değil.Suç yaşamak için gerekli en elzem şeyleri satılığa çıkaranlarda.Suç mutluluğu suçlamakta.

                                                                                                   Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                 Denemeler

Cumartesi, Temmuz 12, 2014

Eskimiş ve Gecikmiş Bir Kavga

Şizofren...Şizofren...Şizofren...

Böyle bağırıyorlardı dışarıdaki çocuklar kendilerinden daha az yıldır hayatta olan küçük kız çocuğuna.Hepsi bir ağızdan,işaret parmakları ile arsızca göstererek haykırıyorlardı.Kahkahalar ve iniltiler eşliğinde.Belki aralarında küçük bir oyundu bu.Birisi birisini şizofren diye işaretliyor,o anlık şizofren olan küçükte diğerlerini kovalıyordu.Yakalarsa birisini virüssel bir hastalık gibi bulaştırıyordu mental bozukluğunu yakaladığına.Başlarda ben de öyle zannettim.Sonra göz yaşları dahil olunca oyuna anladım bunun bir eğlence olmadığını.Çünkü ancak yetişkinlerin eğlencelerinde aynı anda göz yaşı ve kahkaha olmalıydı.Çocuklar hep içinde gülmek geçen şeyleri yapardı,ya da hep ağlamak.Bazen gülmek için ağlarlardı ama ağlamak için güldüklerine hiç şahit olmadım bizim gibi.Ağlamaya başladı küçük kız.Saçları kulaklarına kadar inmiş,üstünde bir kol boyu kadar kirli bir beyaz elbise ile.Yere çömeldi.Yumruk yaptığı ellerini gözlerine götürdü.Ağlıyor ama o anda birşeyi daha anlıyordu.Sesler yükseliyor,artıyor,eleştiren kelimeler suratına çarpıyordu.Belki babası gerçekten şizofrendi ya da annesi belki ikisinden birini kaybetmişti.Ya da kimsenin o yaşta söyleyemeyeceği şeyleri söylemiş,sırf diğerleri gibi düşünmediği için bu duruma maruz kalmıştı.Ya da sıradan bir ailenin sıradan bir çocuğuydu.Gözyaşlarını akıttıkça sıradan bir hüznün içine gömülüyordu.O anlardan birini yaşıyordu işte.Etrafında sesi en yüksek çıkan en çok bağıran çoçuğa bakıyordu aynı zamanda ve belli ki o başlatmıştı bu hengameyi.Kısa bacaklarının üstünde doğruldu.Yerden güç aldı elleriyle.Asfaltın belki de en temiz yerine vurdu ellerini.Tozlanmamıştı çünkü üstüne sürmemişti avuçlarını.Koşmaya başladı artık daha neşeliydi diğer çocuklar çünkü savaş başlamıştı.Koştu,koştu,koştu...Minik bedeninden beklenmeyecek bir hızla ve istikrarla o beyaz atletli çocuğa doğru.Koştukça hava karardı,sesler arttı,mahalleli de izlemeye başladı olanları.

Ağlayarak koşmak çok zordur.Çünkü gözyaşları yere düşmeyecek kadar ağır,süzülmeyecek kadar yüzünüzden hafiftir aşağılanınca.Bin kat ağırlıkla koşarsınız,elleriniz silse de tuzlu damlaları henüz elinizi çektiğiniz de yüzünüzden yeniden ağlarsınız.Ama küçük kız dakikalarca koşmuştu.Diğerlerinin suratından azaldı gülümseme,korku düştü yüreklerine,ya yakalarsa diye.Elini uzatıyor kendisinden daha az kirli beyaz atlete ama ucundan kaçırıyordu.O zaman nidalar artıyor,daha çok aşağalanıyordu.Sonra birden durdu.Yorulmamıştı ya da yılmamıştı.Beyaz atletli çocukta durdu arkasını döndü kıza baktı.İşte o an gelmişti.Kız yokuşun aşağısında oğlan başında bekliyor ama kimse artık kızla dalga geçemiyordu.Koşmaya başladı kız,ne hızlı ne yavaş,ne sinirli ne öfkeli sadece koştu uzattı elini ve tutttu beyaz atleti.Çevirdi suratını düşmanın tüm gücüyle öyle bir tokat attı ki,sesi yankılandı mahallede.Oğlan çöktü yere ağlamaya başladı.Geçmişti işte şizofrenliği ona.Son bir kez baktı oğlana sonra saatlerdir çağıran ablasına  doğru yürüdü.Devam ediyordu sesler o aldırmadığı halde.

Çocuk olmak,kolay bir iş değildir.Ben dahil birçok çocuk o tokatı beyaz atletli çocuklara atamadan yoruldu.Hiçbirimiz o tokatı atabileceğimize,o yokuşu o hızda geçip buna cesaret edebileceğimize inanmadık.Üstelik birden fazla fırsat çıkmışken önümüze.Şizofren olmadık ya da olan birini tanımadık ama o borcumuz olan tokadı atamadığımız için seneler yeni tokatlar ekledi hesabımıza.Hepsi suratımıza atılmak için.Dönüp bakın,hala o tokatların acısı var ruhumuzda.

Şimdi sesler kesildi mahallede ama dikkatle dinlersem hala duyuyorum bağrışmaları başka şehirlerin başka mahallelerinde.

Şizofren...Şizofren...Şizofren...


                                                                                                   Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                 Denemeler

Perşembe, Temmuz 10, 2014

Saniyesel Diriliş

20 sene önce doğduğum anların yansımalarına,üstüne uzun katıksız yıllar eklenmiş haline,az kaldı.21. yaşıma yani.Dönüp baktığımda en çok hangi andan itibaren benim ben olduğumu,aynalardaki gözlerimin bana ait olduğunu anladığım anı merak ediyorum.Keşke o anın kıymetini o anı yaşarken bilseydim.Anlıyorsun deseydim kendime,insan olduğunu.Karınca ya da güvercin değil.Taş atabileceğimi,istersem kum yiyebeleciğimi ya da bir başkasını boğazlayabileceğimi o an anlamaktan öteye gitseydim.İşte bu an deseydim herşeyin başladığı an.Tanrının gözlerimize ilk ışığı bahşettiği an bu an.Artık eskisi gibi olmayacak hiçbirşey.

Yani anlayacağınız doğduğuma dair öenmli bir kanıt ancak nüfus dairelerinde bulunur.Bende de yok zira.Ölmeyi düşünmek tek kanıt elim de yaşadığıma dair.Çünkü yaşamak demek ne demek,bilmemek,bilemeden ölmek,ölmeden öğrenememek...

Şarkıların sesin de ya da rüzgarın sesi de yeterli çoğu zaman bazen doğduğumu anladığım anlar oluyor.İğrenç bir et parçası ana rahminden düşen...Tıpkı üsütümüzdeki kaygan,ilk sıvıdan kurtulduğumuz gibi kurtuluyoruz yaşarken ölmekten.Fark etmeden ölmeyi yaşıyoruz.Denizlerin tuzlu suları biz farketmeden tenimizden uçuyor.Parfümler havaya dağılıyor,deneyin göreceksiniz saçınız bırakınca da kendi kendine kuruyor.Zaman biz fark etmeden geçiyor.Oyununun ufak bir parçasıyız çünkü zamanı sevmek onu hızlandırıyor.Hızlanan zaman öldürüyor.Üretilmiş en iyi bağımlılık.Bir kol saatinde herkesi uyuşturan,titreten,krizlere sokan ve rengini solduran zamanın oyununa şahit olun.Şahit olun ki zaman artık sizin için aksın,ya da siz bir süre öyle sanın.

Doğduğum anlara çok az zaman kaldı saatler hesabında.Bir sonraki kısıtlı zaman için gene kıstılı zamanım var.Değere binen dakikalar,heybemin içindeki ağırlıkların esiri.Bir dakika öncesinin,sonrasına benzemediği her anı ben bizzat lanetliyorum.Çünkü asla bir dakika da doğmaz insan.Ya da ölmek için çokca dakikaya ihityaç vardır.Fark etmek saniyeler almaz,hızlı geçer zaman siz aşık olun diye.Hızlı geçer kahkahalar,siz yeniden yeniden ve yeniden gülebilin,güldüklerinizi bilin diye.

Kutlu olmayacak günlerime az kaldı,ve saatlerin yelkovandan tuzakları akrepden muhafızlarla yürütülüyor.Olan ne varsa az kaldı,saatler hesabında...


                                                                                                   Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                 Denemeler

Cumartesi, Temmuz 05, 2014

Asırlık Satın Alış

Fark etmek kadar doğal bir eylem yoktur.İnsan fark eder.Daha önce acı çekmediğini sananların acılar içinde kıvrandığını,tadının ilgi çekici olmadığını sandığı bir yemeği tabağı sıyırarak yiyebileceğini,gülümsemelerin aslında çoğu zaman kişinin gücüne temas etmeden geçtiğinde kahkaya dönüştüğünü ya da sahip olmadığı sandığı gücünü...İnsan genelde fark ederken bir eylem üzerinde olur.Başka birşey yaparken fark ediş başka birşeyi genelde fark edişlerin en güzelidir.Fakat gelmiş geçmiş en güzel fark ediş ölümü tanımaktır.Ne kadar dolaysız ve düz duvarlarla çevrili cümleler değil mi?

Adını koyamadığım bir hisden bahsedeceğim.Adını koyamadım çünkü hala geçen zamana rağmen garip geliyor.Kim olduğumuzu bilmeden yaşıyoruz.Aynaya bakışlarımızın çoğu az ya da çok güzel olduğumuzu keşfetmek yolunda gerçekleşiyor.Sonuç ne olursa olsun,keşfimizin sonu birşeye odaklanmadan geçip gidiyor.Orada bize bakan bir çift göz olduğunu görmeden.Oradaki şeyin yaşayan,gören ve algılayan birşey olduğunu bilmeden.Onun siz olduğunuzu anlayamadan.Bu bir rahatsızlık değil.Belki bir çeşit unutma yöntemi.Tanrı'nın değişik yöntemlerinden biri.Kim olduğumuzu bilmeden sarıldığımız bizler,nefes aldırıyor toplum içinde gene içimizdeki eksik bize.Bunu fark etmek öyle bir süreç işletiyor ki şizofrenitenin merdivenlerini adımlıyor,dışlanıyorsunuz.Tavsiye edilecek birşey değil belli ki.

Paranın sayısal bir değer olduğu ve akıp gittiğini,durmadan akıp gideceğini...Kredisinin asla bitmeyecek bir tarafı olduğunu,gücünün bitmeden insanoğlunun yitip gideceğini fark ettiğinizde hiçbirşey değişmiyor.Gene o çok sevdiğiniz kahveyi almak için buna ihtiyacınız var.Pantolonlarınızın ve kazaklarınızın renginini gene o belirliyor.Gücünü burdan alıyor ya.Ölümden korktuğumuz için mi yoksa öleceğimiz için mi herşey.Aynı şeyler mi ikisi de.Bir de çok parlak ve göz alıcı bir reyonun,kasanın ve deneme kabinlerinin ortasında ölmek sadece bazılarımızın mı aklına gelmeli.Yok olmak,karışmak havaya ve suya bu aciz ruhlarımızın üstlenebileceği bir görev mi ?

Hepsine tek bir soru işareti,hepsi aynı cevabın sorusu.Hepsi fark edişin derin ve asırlık uşakları.Hepsi özgürlüğün ve hürriyetin asalakları.Hepsine bir soru.Cevapsız bir bekleyiş.


                                                                                                      Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                    Denemeler

Cuma, Temmuz 04, 2014

Oldukça Vasat Tespitler

Çoğu zaman birşeyler yazmak niyeti ile oturmam bu komputerin başına.Bukowski böyle seslenmişti kitaplarında bilgisayara.Sanki herşey gibi bu icadıda yok sayacak sanırken o şaşılacak miktarda benimsemiş hatta bir pasajında bozulan komputeri tamir edilinceye dek yazmamıştı herhangi birşey***.Benimse bu kompüterle aramda hiçbir bağ yok önceden başka birine hizmet ediyordu şimdi bana.Belki sonra başkasına hizmet edecek.Çoğu akşamlar gördüklerim sandıklarımdan o kadar farklı oluyor ki yazmak tek çare gibi kalıyor geriye.Sandıklarımın yaşadıklarım olduğunu anladığım pek çok akşamın aksine bazı saatlerde daha önce hiç sanamadığım şeyler yaşıyorum.Belki de en iyi diye nitelendirdiğim acı çekişlerim o akşam o yazının sırtına biniyor.Aslında ben şiir yazarım.Şair değilim sanırım olamayacağım da.Zira şair olmanın kuralnı bilmiyorum.Hangi şiirden sonra şair demişler Nazım'a bilmiyorum.Brecht hangi şiirinden sonra küflü bir hapishane duvarında kardeşçe yattığı farele sokulurken şair ilan edilmiş.O anda orada bulunun yağlı saçlı bir şişman polis mi yoksa yatağının başındaki tahtakuruları mı açıklamışlar şairliğini.İkincisi daha şerefli olurdu ya.Yani hiçbir zaman kısa kesemediğim cümlemin sonucunda nasıl şair olunduğunu bilmediğimi belirtiyorum.Çünkü bir noktadan sonra yazdıkların insanları çekiyor ama dönüm noktası nedir ben bilmiyorum.Uzunca zamandır musallat olduğum şiirsiz yazıya ise sadece beni şiire iten şeyleri anlatmak için başladım.Elbette bunda merak edecek ya da estetik değer taşıyan birşey yok ama gitgide de şiirsiz yazının-ki ben buna bu şekilde hitap etmeyi seviyorum-derin,engelsiz,rahat tarzına da alışmaya başlıyorum ama öyle bir kulvara da indiriyor ki bu durum beni herkesin şiire yaklaştığı o kapalı pencereler artık ortadan kalkıyor.Yazınıza bir çeşit irsaliye fişi gözüyle bakmalar da başlıyor.Diğer taraftan insanlar şiirden korkuyorlar.Anlamadıkları ya da yazamadıkları için değil.Şiir eğer iyiyse okuyucusuna meydan okuyor.Anlaşılmamak için çabalıyor ama içindeki derin mana da bu anlaşılmazlığın dibinde yatıyor.O kadar çok anlamıyoruz ki dizeleri anlamak istediklerimizi anlıyoruz ya da bazen eğer dişli bir rakipse şiir,canımıza okuyor ve anlamaktan en çok korktuğumuz şeyleri parlatıyor zihinlerimizin önünde.Şiir yazmak ansız gelişen aşkların terkedilişlerin ya da çiçeklerin karşılığı değildir.Tam anlamıyla tanımlamak olmasada ben de geniş edebiyat dünyasına şiirle ilgili şu tanımı zerk ediyorum.Belki bir gün birisi karşılaşır ve hoşuna gider.Şiir,şairin kendini tokatlamasından öte birşey değildir.O yüzden mutlu şiir yoktur.Yaşıma ve tecrümebeme göre sonsuz derecede ukela sözlerimi bitirirken,size aklıma takılan bir soruyu sormak istiyorum.Bazı soruların cevapları karmaşıktır ama bunun ki basit lakin ben bulamıyorum.

Şiir nasıl icat edilmiştir?

                                             
                                                                                                     Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                    Denemeler


*** Charles Bukowski-Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi

Salı, Temmuz 01, 2014

Henüz Düşmemiş Sarı Yaprak

Geri dönebilme gücü...

Sanırım Tanrı'nın insanoğluna sunmaması icap eden en önemli yeteneklerden biriydi.Ancak geleceğine müdahele edebilme yetisi uygun görülmüş insanlar ancak geleceklerini mahvedebibilirlerdi.Belki tarihten ders almak diye bir olgu vardı ama eğer tarihiniz bir kalenin fethedilmesi gibi göze batan bir durum değilse mesela başarısız spor deneyimleri ya da gönül meselelerinden ibaretse pek de ders almanız mümkün değil çünkü zamanın raylarının üstündeki hızımız pek hafife alınacak gibi gözükmüyor.Geçmişi görüp bir sonraki istasyona hazırlıklı olmak için arada birkaç yaşam yılı süremiz yok.Belki birkaç nefes anı.Gözümüz kapandığında uyurken kimbilir kaç istasyon öylece geçiyor.Kim bilir o istasyonların yamacındaki geniş yeşilliklerin ferahlık veren görüntüsü kaç kere yok sayılıyor.Mesele zamanın hızı felan değil,çünkü yaşamak için henüz ölmek gerekmiyor.

Dedim ya büyük miktarlarda paralar ya da gücün en zirvesi bunlar tehlikelerimiz değil,asıl tehlikemiz bu denli hızlı zamanın hiç düzeltmeye elverişli olmaması üstelik ortada karakter,kişilik etkisi de var.Yani kim sıyrılıp da özünden çırılçıplak zamanın askerlerine karşı çarpışabilir.Kim elinde nefesten bir değnek ile dürtebilir ki yaşamın akrep ile yelkovanını.Zaman nerde başlar.Kime göre ne kadar durur ya da ne kadar akar.Ancak geriye dönülürse verilecek cevapların ne müthiş soruları...

Hiçbirşeyi zamanın kalıbına sığdıramamış,bir meltemle(!) yıkılmaya hazır bedenimin herkese uymayan kalıpları.Geri de dönseydim ne değişebilirdi ki.Belki şarkıları ikinci defa söyleyebileceğim için daha güzel otururdu notalar ya da sesimi keserdi başka bir rüzgar.Dikkat ettiniz mi bu pasajdan bir şiire derin bir yol var.Ama dönebilseydim o en başa herkes için olan o en başa,herkese göre değişen o başlangıca bir red ediş,yok sayış yapmazdım.Belki gülümserdim belki sadece susardım ama ne yaşandıysa şimdiye kadar yaşamamın tam karşılığıdır.Hakkım olanı aldım alıyorum.Daha fazlasının idarakini zaten bu terazi kaldırmazdı ya.

Küçük insanlarız vesselam...


                                                                                                      Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                   Denemeler

Cumartesi, Haziran 28, 2014

Yazmam Gereken Bir Yazı

Daha önce kimsede olmadığına emin olduğum acılar vardı.Öyle derin acılar ki annesini kaybetmiş altı yaşındaki bir çocuğun,çirkince bir gençliğin ardından ölümcül bir hastalık geçiren bir adamın son saatlerinde yaşadığı acıdan daha derindi.Acım ve ben o kadar ukelaydık ki.Kimse acımıza eşlik etmiyor zaten biz de bunu istemiyorduk.Ne tuhaf ki şimdi aradan üç sene geçti.O deniz kıysında üç dost beraberce oturup savaşamayacağımız düşmanlara pişkinlikle sırıtalı üç sene geçti.Ayağımızın altında yengeçler olduğunu bilmiyorduk.Sandalyelerimizin kırılmak üzere olduğunu bilmiyorduk.Kumlara batmak üzere olduğumuzu ve denizin yükseldiğini bizlere doğru bilmiyorduk.Kalplerimizde sakladığımız gücümüzü gülümsemelerimize yansıtalı üç yıl oldu ama,bu pasaj sadece hatırlardan kopamayan bir adamın sözleri olacak.

Sahip olduklarım değişse de pek çok şey aynı kaldı.Nedense sabahları hep gergin kalkıyor bir gece önce ne düşündüysem hepsini unutyorum.Belki de hafızamla ilgili sorunlarım var.Ama her akşam vakti geldiğinde hafızam aynı anlara yaşatıyor bana.Dostlarım,eskisi gibi olmayacak ama bir kaç sözüm var.Çok eskiden de yazdıklarımı hayali okuyucularıma ithaf eder gene onların verdiği hayalden ödülleri odamdaki tozlu masadan kaldırır herkese teşekkür ederdim.Şimdi de hiç okumayacağınız bu sözler öyle ithaf ediliyor size.Gecenin karanlığına açılan kapıları aydınlattığımız kırık araba farlarında,hep açık bıraktığımız sineklikte-bu arada kaldığım süre boyunca bir tane sinek görmemiştim-ve hepimizi o müthiş kumsala aynı anda çeken uykusuzluğumuza teşekkür ederim.İşte sıra geliyor bahsettiğim acılara.Kirli yüzlerimizi daha da kirli yapan şey eğer benim ellerim olmuşsa,ak kıyılardan benim siyah gemilerimle gelmişseniz huzursuzluk dalgalarına şimdi ya da o günlerde,olmaması gereken herşeyi yapmış ve olması gerekenleri bir kenara koymuşsam,zamanın bize yetişemeyeciğini sanırken yaşlanan çocukluğumuzu unuttuysam,kalplerden gelen duyguları kalplerden gelmiyor sandıysam ve son olarak dağıttıysam adına çok haklı olarak kardeşlik denen şeyi affedin beni ya da etmeyin değişen birşey olmayacak.

Bu pasaj sadece sizeydi eski dostlarım,çok geç olsa da.

 
                                                                                                     Rüzgardanadam//Haziran 2014
                                                                                                               Mersin-İstanbul
                                                                                                          --İlk ve Son Yazılar--

Cumartesi, Haziran 21, 2014

Nöbetleşe Uyanıklık

Yeniden uykum geldi,
Üstelik yeni kaldırmıştım yere düşen yastıkları
Başımın altında durmuyorlar nedense
Düşüyorlar yere
Belki de onlar için daha temiz bir yere
Çarşaflar yatağın ucunda toplanmış
Sanki biraz sonra birleşeceklerde
Dolanacaklarmış gibi boynuma
Öldürme teşebbüsü ile
Zaten bütün çarşaflar gereksiz yere ciddidir.

Açılsın diye uykum sokağa çıktım,
İçinde kağıt kalem bulunan
Ama adı bir türlü kırtasiye olamayan
Bakkal bozması
Sade para bozdurmak için kurulmuş
İnsan yaşantıları
Dışı soğuk ama içi ılık bir içecek
Daha da ısınıyor indikçe
Boğazımdan aşağı
Gün terk etmemişse de sabahı
Uyku bastırıyor
Kaptırmak isitiyorum kendimi
Geniş zamanın hayallerine
Uzak diyarların birinde mesela
Herkese hükmettiğini sanan bir basit kral olarak
Ya da henüz döndüğünü keşfederken dünyayı
Kaşifin yanında adı hiç duyulmayacak bir uşak parçası
Uykumu hayallere vermek kadar derin 
Ve çalmak kadar başka yaşamlardan rezil
Bir çalar saat hikayesi
Yaşamak kadar yaşamım
Soluk almak kadar kısa kirpiklerim
Ki bundan hızlıca kapanıyor
Açılmak,uyanmak,doğmak için değil
Uyumak için yaratılmış gözkapaklarım
Ki bundan hiç geçmiyor
Ağırlıkları gözbebeklerimin.

Yatağa uzanmışım fark etmeden
Birkaç saat geçmiş çoktan uyumuşum
Gözümü kapatmışım ölüme,ellerin ve bedenlerin
Yabildiklerine
Uyandığımda ne saate bakacağım ne de aynaya
Yeniden uyumak adına ne varsa
İşte odur artık şerefli olan
Aydınlıklar içinde keşfedilemeyen zaman
Uykunun karanlık gözlerinin ardındaki...
Sahi bu çarşaflar neden bu kadar ciddi.


                                                                                                Rüzgardanadam//Haziran 2014
                                                                                                                İstanbul

Yeniden Acımak

Şöyle uzun,hüzünlü bir yazı yazmayalı çok oldu.Neden mi iş arıyordum.Evet ben de girdiğim mali krizden herkes gibi çıkmak çabasındaydım.En az mesai ile en çok parayı kazanacağım yeri aradım.Kendi ütopyasını arayan Huxley'den farkım olmadığını anladığım da yaklaşık bir haftam geçmişti.Sonun da bende en az ikincileştireceğini tahmin ettiğim bir yere bu topraklarda yaşadığımı kanıtlayan ve insan olduğumu beyan eden belgelerimi verdim .Üstelik evde kendi şartlarımda sırf şaka olsun diye yarattığım imzam artık çok ciddi ve ne demek istediğini bir türlü anlayamadığım onlarca belgenin altında kendine yer buldu.Sözleşme imzaladım demek istiyorum.Sizin,sadece sizin belirleyeceğiniz bir sürede kölenizim dedim.Beni ve bedenimi devletin imkan verdiği ölçülerde kullanabilirsiniz.Sade muhalif olmak için mi konuşuyorum ya da yazıyorum hayır doğuştan sahip olduğumu düşündüğüm bir dürtüm aksayan herşeyi not almam gerektiğini söylüyor.Kanayan yaralara kirli ayak tabanları ile basan ben olmalıyım.Aksi takdir de kanayan yaranın içindeki bir damla temiz kan olmak zorunda kalırım.Hiç çekici değil.Herşey ve her kurum bu denli çirkinken,devletin elinde olan ya da olmayan tüm işletmeler herşeyi sadece olsun diye yapıyorken temiz olmak hiç çekici değil.Hele parçanın en temizi ve akışkanı olmak o parçaya bir hakaret.

Gene beni tatmin etmeyen bir pasaj olacak gibi ama devam edeceğim.Gözlerinizin ya da gözlerimizin-kimin olduğu pek mühim değil-pek çok yalana eşlik edebildiğini bilmiyordum mesela.Yani insanın tüm bedeniyle yalan söyleyebileceği mantıklı gelmezdi bana .Elbet bir uzvu ya da yalana eşlik etmek istemeyen karakterinin küçük bir parçası buna karşı çıkar diyordum.Yalan söylemek mevzunda asıl noktanın kültür olduğunu üzüntüyle bildiriyorum ki yeni keşfettim.Çok eski tarihlerin birikimi ile gelen acının ve bilgeliğin buna engel olduğunu ya da yalana inananamama özgürlüğünü insanlara kazandırabildiğini çok yeni keşfettim.Ben açıkça belirteyim ki vasıfsızım.Birtakım işletmelerde çalıştım ama hiçbirinde bir vasıf kazanamadım,ingilizcem belki konuşmaya yeter ama mesleğin getirdiği profosyenel aşamaya hiç geçemedi,asla bana vaad edilen o güzel, hedefi yükseklerde takımın bir parçası olamadım.Çünkü o takımın kendini akşam saati eve dönerken hayallerinin cazibesine değil modern bir köleliğin kapılarını açan mağazalardan ve dükkanlardan kaçabilmenin güzelliğine kaptırmış olduğunu gördüm.İçi baştan aşağı b*ka batmış bireylerin verdiği kirli paralar ve ....

Neyse çarşamba akşamı gidip işime başlayacağım.Tam istedikleri saatte orada olacağım.Çünkü bunun için para alıyorum.Umarım yeni mesleğimden bana hüzünlü bir yazı yazdıracak kadar malzeme çıkarır.Bu pek olmadı çünkü.Ben vatandaş olamamak ile ilgili birşey yazmak istemedim ki.



                                                                                                        Rüzgardanadam//Haziran 2014
                                                                                                                      Denemeler

Çarşamba, Haziran 11, 2014

Durmadan Yangın

Duman var yetişin,
Duman var yetişin,
Yanıyor saçlarım ve kirpiklerim
Gözlerim dağılıyor yetişin
Ne şişmanın ne zayıf
Ne akıllıyım ne aptal
Yanan benim sakin
Duman var yetişin
Alev alıyor fikirlerim.

Olmuyor, ardı arkası kesilmiyor
Olmuyor yetişin
Yardım edin yetişin
Ne riyakârım ne sırdaş
Ne dostum ne düşman
Yanan benim akıllı
Duman var yetişin
Çıkmıyor odamdan
Çıkmıyor aklımdan
Çirkince pek çirkince gençliğim
Duman var yetişin.

Bu mudur şiir, bu mudur şair
Bu mudur toprak üstünde kadın
Bu mudur yangın yeri, bu mudur yangın
Islak battaniyelerle koşun, saldırın
Çıkmıyor odadan duman, pencerem pek yüksekte
Kesif alev, kan kırmızı değilse bile
Can yakıyor, yetişin,
Bir aklım kalıyor bir aklım
Çokça zamana direnen bir aklım
En beteri yanıyor suratların
Zaman yok yetişin.

Bu sefer avucunuzun külleri değil
Bir damla sudur korkularım
Soğumuş ellerinizle koşun, saldırın
Uzatın merdivenlerini geniş zamanın
Can çıkıyor, yetişin

Duman var
Duman yok
Değişiyor eşyaların rengi
Duman pek derinde
Kavgası bitmiş bir ateş bu
Şairi içinde.

                                                                                                      Rüzgardanadam/Haziran 2014
                                                                                                                        İstanbul

Pazar, Haziran 01, 2014

Sadece Özgürlüğe

İnsanlar hep en çok ihtiyaçları olan ya da korktukları şeylerden bahseden canlılardı.Bir dönem sonra bunun için kelimeleri kullanmya başladılar.O zaman artık ihityaçlar ve korkular yeni kuşaklara taşındı.Ortak ihtiyaçlar ve ortak korkuar belirdi.Sonra sayı o kadar yükseldi ki milletlerin karakterleri oluşmaya başladı.Bir milletin ortak paydasındaki bir ihtiyaç başka bir millet için korku haline dönüştü.

''Ne güzel kelime özgürlük,kanım besleniyor.Ne acı kelime esaret kanım çekiliyor''

Savaşmak bir millete korku dolu gelirken başka bir millete yaşamın elzem bir ihtiyacı gibi gözüküyor.Burada değişiyoruz.Tam bu noktada.Milletçe kendimize yüklediğimiz karakteri benimseyemeyenler ve benimseyenler oluyoruz.Doğal olarak ve doğanın getirdiği bir gerçek olarak toplumu uyum sağlayamayanları kişisel olarak ayıklıyoruz.Bu millet olmanın bir gerçeği ve alışıyoruz.En güzeli alışmamız.Nasıl mı?

Ben bu topraklarda özgürce doğdum.Önce çıplak ayaklarımla yeryüzüne bastım.Sayısız çiçeği ezdim,sayısız kadarını da diktim.Binbir çeşit fikri yıkmışlığım da var,insan zihinlerine fikirler ekmişliğim de.Yere umarsızca tükürmüşlüğüm de var yerdeki çöpü temizlemişliğim de.Hepsini zamanı gelince yanlışları ile yaptım ama ömrümün hiçbir aşamasında özgürlüğümü vermedim.Ne evimin balkonlarının parmaklıkları engelledi bunu,ne de bir insan.Çünkü ben özgür olmayı,mavi gözlü bir adamdan ve onun peşinde koşan binlerce askerden öğrendim.Ben özgür olmayı bastığım toprağın kokusunu içime çekebilmekten öğrendim.Ben özgür olmayı özgürlüğümü kısıtlayan herey için tek yürek olan, tek yumruğa dönüşüp yok edici bir gücü içinde barındıran, çeşit çeşit ırktan meydana gelmiş,zengin,duyarlı,vicdan sahibi milletimden öğrendim.

Bu pek demodeleşmiş cümlelerimin demodeliği ve sıradanlığı ortak bir kalbin ağzından sürekli duymanızdan geliyor.Çünkü bu millet PARKLARDA,SOKAKLARDA,MEYDANLARDA ve benim dediği kendi TOPRAKLARINDA en çok korktuğunda,özgürlüğü alınacak sandığında hep bir ağızdan işte bu sıradan gözüken cümleleri kuruyor.

''Ne güzel kelime özgürlük,kanım besleniyor.Ne acı kelime esaret kanım çekiliyor''

Ben hiçbir partinin ve hiçbir kuruluşun aktif ya da pasif bir üyesi olmayarak,sadece bu memleketin bir İNSANI olarak,gene bu memleketin İNSANININ elinden özgürlüğünün alındığı fikri aklına düşerse,herşeyi yapabileceğini söylemek istiyorum.İstiyorum ki,içinde bulunduğumuz zamanın derin karanlıkları korkularımızla beslenmek yerine ihtiyacı olduğumuz kelimeler ile aydınlansın ve her kim ağzını açıp bir kelime edecekse bu mevzularda,önce özgürlüğü hatırlasın.

Ne güzel kelime özgürlük,değil mi...


                                                                                                    Rüzgardanadam//Haziran 2014
                                                                                                           Benim İçin Gündem

Cuma, Mayıs 30, 2014

Kendime-Bize İthafen

Sıradan bir esaretin ortasında yaşayan sıradan bedenlerin kendine güvenini anlamak çoğu zaman zor.Bir ego şişkinliği içerisinde herşeyi yapabilme kabiliyetinin olduğunu savunmak ama hiçbirşey yapmamak rahatlığını da o karaktere sığdırabilmek ancak müthiş bir aptallığın sonucu olabilir.Yeryüzündeki en değerli şeyin fikirler ya da yıldızların ardına sığınmış küçük ama anlamlı sorular olmadığını düşünen bireylerin nasıl oluyor da yeryüzünün sahibi gibi gururla ve hiçbir mağduriyet göstermeden bakıyor ya da konuşuyor olduklarını anlamıyorum.Zekası ortalama bir insan olarak buradaki anlayamamak kavramını sadece alay etmek için kullanıyorum.Yoksa aptallığın su götürmez belirtileri karanlığın ortasında korkudan parıldayan bir çift hayvan gözü gibi dikkat çekiyor.Sanırım hala ne demek istediğimi tam olarak anlatamadım.

Gezegen büyük bir patlama ile meydana geldi.Henüz kimse buna karşı çıkmıyor.Ufacık parçalar birden,aniden patlıyor ve kendini çevrelemeye başlıyor.Milyarlarca galaksi bu şekilde meydana geliyor.Astrolojik bilgilerimde hata olsa da asıl dikkat çektiğim şey,insanın evrene yerleştirilmesi.Her din de mit de ya da inanç da insan evrene sonradan yerleştiriliyor ya da bilim insanı evrimleştiriyor ve sonradan yaşam şartları uygun olunca insan toprak üstünde bitiyor.Şimdi giydiğiniz kıyafetleri,sosyal medya hesaplarınızı,tabağınızdaki yiyecekleri düşünün.Beyninizin ardında sizi aptallaştıran o iğrenç özgüveni fark edin ve bir an ondan uzaklaşın.Gördüğünüz şey muazzam bir birikim olacak.Atalarınızın ve onların taşıdığı nöronların elektriksel uzantıları sizde de var.Korkuyor,küsüyor ya da aşık oluyorsunuz.Hayır sarışın,esmer ya da kumral kızların ya da erkeklerin hormonel yaklaşımlşarından değil tarihin her sahnesinde yer alan aşık olmaktan bahsediyorum.Sanattan ve heykelden,şiirden ve politikadan bahsediyorum.Bizi biz yapan şeylerin bu olduğunu söylüyorum.

Evet kabul ediyorum,hepimiz yaşamın süregelen korkularından sadece kendimize güvenen insan maskelerini kullanarak başa çıkabiliyoruz.Birileri ile tanışmak için herşeyi yapabilen ama yapmayı canı istemeyen insanlar gibi davranmak zorundayız ama lütfen kendinize söylemek zorunda kaldığınız yalanlar,gerçekleriniz olmasın.Bizler bir sonraki nesile birşeyler aktaracak beyinleriz.Gücümüz hafızamızda değil her geçen gün kaybetmek zorunda olduğumuz sıradanlığımızda.Bizi değiştiren,arda arda dizilmiş mikroskobik genlerden farklı kılan şey,kaybettiğimiz sıradanlığımız ve kaybedilmesi gereken sıradanlığın tek kaybediş yolu içinde bulunduğunuz derin özgüven halinden sıyrılmaktır.Ancak o zaman şiirler daha anlamlı,aşk daha gerçek olacaktır.Ancak o zaman sıcak mevsimleri seven insanları anlayacak,gücünüzü keşfedeceksiniz.   
              
                                                                                                       Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                     Denemeler

Salı, Mayıs 27, 2014

Değişememek Üstüne

Değişmek temalı bir yazıyı yazmak niyetindeydim ama değişmek temalı bir yazıyı değişmek hali içerisinde ya da sonrasında yazmak daha doğru olacaktı.En iyisi ben size değişememekten bahsedeyim.Bu konu ile ilgili söylenmiş en bilinen cümle bu paragrafta birebir geçmeyecek ama değişmenin altın kuralının vazgeçilmez olmasınada karşı çıkmak istiyorum.Dağların denizlere dönüştüğünü,hala da dönüşmeye devam ettiğini bazen ayaklarımızın sarsılarak yerin bu değişmine eşlik ettiğini biliyorum.İnsanın doğa karşısındaki çaresizliği ya da ürettiği çareler hep değişimin ellerinde olanaksızlaşmış ya da olanak bulmuştur.Raylara bindirdiğimiz koca gökdelenler yer kabuğunun bir değişimi sırasında-biliyorum ve eminim-yok olacaktır.Ehlileştirdiğimizi sandığımız tüm denizler,eşek taklidi yapan atlardan farksızdır ve bir gün dehlizlerinden sıyırılıp üzerlerine ilişmiş sözde sahiplerinden kurutulup karaya kavuşacaktır.Hayır pek çok inancın temelindeki yok olmadan,biten hayattan bahsetmiyorum.Denizin dalgalara,dalgaların sahillere vuruşu değişecek işte bundan bahsediyorum.

Binaların yapılışına hep hayran kalmışımdır.Birkaç kolonla desteklenen yapıların yüzyıllarca ayakta kalması hayret verici gelmiştir bana ve sanırım onların da canlı olduğunu düşünmüşümdür sürekli.Yaşlı,bilge,yıkık binalar ve onlardan önce hayat bulmuş genç,sağlam,acı görmemiş binalar.Neden mi binalardan bahsediyorum.Çünkü onlar değişimin sembolleri.Tarihte ilk değişen şey ya da değiştiğinde toplum yaşamını baştan aşağı değiştiren şey binalar ya da yaşam yerleri.Medeniyetin yükselmesi sadece binalara yeni katlar eklemedi sayıyı,nüfusu da koruyan gene binalardı.Mağaralar,çadırlar,gökdelenler...

Hepsi,herşey bana değişimin rüzgarını fısıldıyor ama değişmeyen tek şey var.Dağların denize karışışına,korkularımızın beklentilerimize dönüştüğü yaşamda değişmeyen tek şey içimizde .Bizi biz yaptığı için ya da en başından beri orada olduğu için bizler değişemiyoruz.Değişmemize engel olan birşeyler var.Topladığımız enerjiyi tarihin her sahnesinde dışa vuran birşeyler var.Ne bilmiyorum. 


                                                                                                        Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                      Denemeler

Cuma, Mayıs 23, 2014

Diz Boyu Karlı Bir Gece//En İyi Şiirler

Diz boyu karlı bir gece,
Sofradan kaldırılıp,

Polis otomobiline bindirilip,
Bir trenle gönderilerek 

Bir odaya kapatılmakla başladı maceram.
Dokuzuncu yıl biteli üç gün oluyor.

Koridorda, sedyede bir adam
Yüzünde uzun demirlerin kederi,
Açık ağzıyla sırtüstü öluyor.

Akla yalnızlık geliyor,
İlki yetmiş altı gün:
Sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının;
Sonra, sac bir geminin baş altında yedi hafta.
Lakin yenilmedik; 

Kafam,ikinci bir insandı yanımda.
Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün;
Yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan.


Bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
Heybetli olmak.
Değildiler.

İnsandan çok eşyaya benziyorlardı:
Duvar saatleri gibi ahmak,kibirli
Ve kelepçe, zincir filan gibi hazin ve rezildiler.


Evsiz ve sokaksız bir şehir
Tonla ümit, tonla keder.
Dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler.

Yasaklar dünyasındayım.
Yarin yanağını koklamak,yasak
Çocuklarınla yemek yiyebilmek ayni sofrada,yasak
Aranızda tel orgu ve gardiyan olmadan
Konuşmak kardeşinle, ananla,yasak.
Yazdığın mektubun kapatmak zarfını
Ve zarfı yırtılmamış mektup almak,
Yatarken lambayı söndürmen,yasak
Tavla oynaman,yasak
Ve yasak olmayan değil,
Yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey:
Sevmek, düşünmek ve anlamak...


Koridorda, sedyede öldu adam.
Götürdüler.

Artik ne ümit, ne keder.
Ne ekmek, ne su.
Ne hürriyet, ne hapislik,
Ne kadınsızlık, ne gardiyan, ne de tahtakurusu
Ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler,
Bu iş, bitti, tamam.


Fakat devam ediyor bizimkisi,
Sevmek, düşünmek ve anlamakta devam ediyor kafam,
Dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor.
Ve sabahtan beri karaciger sancımakta berdevam. 



                                                                                                           Nazım Hikmet Ran//1902-1963

                                                                                                                        Bursa Cezaevi
                                                                                                                 





Denge//En İyi Şiirler


Sizin alınız al inandım 
Morunuz mor inandım 
Tanrınız büyük âmenna 
Şiiriniz adamakıllı şiir 
Dumanı da caba 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız 

Bütün ağaçlarla uyumuşum 
Kalabalık ha olmuş ha olmamış 
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum 
Ama ağaçlar şöyleymiş 
Ama sokaklar böyleymiş 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız 
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de 
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı 
Yangelmişim dizboyu sulara 
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum 
Hiçbirinizle dövüşemem 
Siz ne derseniz deyiniz 
Benim bir gizli bildiğim var 

Sizin alınız al inandım 
Sizin morunuz mor inandım 
Ben tam dünyaya göre 
Ben tam kendime göre 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız.
 
 
                                                                                                                      Turgut Uyar//1927-1985 
                                                                                                                                  Ankara 
                

İyi Adama Bir İki Soru//En İyi Şiirler

Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin.

Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da satın alınmaz
Anladık,dediğin dedik,
Ama dediğin ne
Doğrusun,söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne
Yüreklisin,kime karşı
Akıllısın,yararı kime
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kiminki
Dostluğuna diyecek yok ya
Dostların kimler

Şimdi bizi iyi dinle,
Düşmanımızsın sen bizim
Dikiceğiz seni bir duvarın dibine,
Ama madem bu kadar iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
İyi tüfeklerden çıkan iyi kurşunlarla
Vuracağız seni,
Sonrada gömeceğiz,
İyi bir kürekle,iyi bir toprağa


                                                                                                          Bertolt Brecht//1898-1956

                                                                                                                        Almanya




Mevsimsel

Alacakaranlık azaldı,
Gene bastırdı pek eskilerde olduğu gibi,
Öğlen güneşi
Kaldırım taşları sıcaksa da hala kaybetmedi
Pencere pervazları serinliğini
Yollarda renkli çiçekler yok
Henüz basmaya başlamamış insanlar zaten 
İlk gördükleri yeşilliklere
Kirlenmiş tabanları ile.

Yolu takip ederek yürürüm,eşlik eder zaman
Şimdi tüm bileklerdeki,
Şimdi tüm duvarlardaki saatler
Esirim olmuş gibi
Gözlerim kapalı,
Ama bu sefer güneşten ya da acıdan değil
Ezbere bildiğimden yolun neredeyse hepsini.
Sonu nereye çıkar,
Hangi aklımın,hangi vicdanımın,hangi zihnimin
Hangi alemin,hangi suçun,hangi fikrimin
Sonu nereye çıkar.

Cevap veren gölgeler bu yaz da kayboldu gitti,
Yaprakları okşayan güneşin yansımalarında.

Şimdi bu vakitlerde herkes sakin,
Kimsenin acele değil işi,
Köşedeki adam geçmişini,
Oturan ağacın dibindeki kadın ölümünü
Ağır ağır hayal eder
Halbuki içim,
İçim şimdi tüm pişmanlıkların hesabını sorar
Ve cehennemin tüm ateşi,
Çoktan yaktı içimin cennetinin ödüllerini
Hesap sorar aklım dökülmeyen kalemden sözcüklere
Ve gözlerim,
Bir kol mesafesi kadar uzakteyken tüm kötülüklere
Neden beklediğini sorar ellerime.

Cevap veren gölgeler bu yaz da kayboldu gitti,
Yaprakları okşayan güneşin yansımalarında.

                           
                                                                                                         Rüzgardandam//Mayıs 2014
                                                                                                                       İstanbul

Perşembe, Mayıs 22, 2014

Korkunun En Cesur Hali

''İnsanlar hükümetlerinden korkmamalı,hükümetler insanlardan korkmalı.''

Çok büyük kitleleri etkilemiş bir filmden alıntıyla başladım değersiz sözlerime.Değersizler çünkü karşıtı kadar değer taşıyorlar.Yani asıl değer taşıyan düşüncelerin çarpışabilmesi özgürlüğü.Var olan fikirin olmayana gösterdiği saygı.Karşıtıyla beliren herşeyin içindeki o müthiş zerafeti görebilmek.Tıpkı insan vücudu gibi.Ancak ne hikmetse insanların oluşturduğu devletlerin bazılarında bu sistem çökme noktasına geliyor.Karşıt fikirler dönemin şartlarını-evet -ilk defa zorlamadı.Köklü değişiklikler gerektiğinde,kalıcı olacak sanılanın yüksek kuvvetteki neferleri ile karşılaştı.Ama olmayacak olan yada olması beklenmeyen tek şey düşüncesinden dolayı yok edilmeye çalışılan bir vatandaştır.

Hiçbir anayasa,hiçbir hukuk sistemi bunu öngöremez dersem yanılmış olurum ama yüksek kültürü taşıdığı iddia edilen ya da içinde toplumun nefes alması sağlanacak yönetmelikler bulunduğu söylenen hukuk sistemlerinin karşılığında bu yoktur.Gerçek bir mermi ile vatandaş vuran başka bir vatandaşın sorumluluğu diğer vatandaşlarının da sırtında bir yüktür.Oturmamış kültürel noktalar bu duruma sebep olmadı.Korktuğumuz için geriliyor,gerildiğimiz için saldırıyoruz.

 Karşıtı kadar değer taşığına inanılan hiçbir düşünce yoksa aklınızda,bir fikri savunmaya öbürünü yok etmek gözü ile bakıyorsanız ve saygı duyuyorum deyişlerinizin hepsi bir tartışma anına denk geliyorsa,saygı duyduğunuz tek şey size saygı gösterilmesiyse,korkmak ve korkutmaktır amacınız.


                                                                                                                    Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                                   Denemeler
    

Çarşamba, Mayıs 21, 2014

Pek Kusurlu Teori

Zaman ne getirirse getirsin kaybolmayan tek şey taklit yeteniğimiz.Belki bu kelime ukela bir tavırla kulaklarınızı doldurdu.Üstünkörü bir düşünme ile karşınıza çıkmış,saygıyla sizi selamlamak yerine suratınıza gülümsemiştir ama kelimenin tam anlamıyla işte bu:aptal,küçük takltiçiler.Mesele bu kelimenin varlığı değil açıklamak istdiğim bu kelimenin sıradışılığı.

Taklit eden adamın en büyük özelliği taklit ettiği şeye benzemesi değil kendinden olabildiğince uzaklaşmasıdır.Taklitte ki başarısı da ancak bundan kaynaklanabilir.Gördüğü  bir hayvanın en belirgin özelliğini taklit ederken aslında yaptığı şey kendisine en uzak şeyi göstermesidir.Taklit eden insanoğlunun sürekli başkası olması çabası da ancak böyle açıklanabilir.Taklit eden insan sürekli yeni birşey yarattığı izlenimine elbet kapılacaktır ama genlerinin buyruğundan kopamadığı gerçeği başarısız bir taklitin hemen ardından gözükecektir gözlerine.Hayvansal bşr yaşamdan sözde insanoğlunun yüksek kültürüne geçişimiz ardı sırası kesilmeyen taklitler zincirinden başka bir şey değildir.İşte burada beni korkutan muazzam bir güç var.

Önyargılarımızdan,korkularımızdan,beklentilerimizden ve cinsel dürtülerimizden kopup nasıl oldu da atalarımızı bu denli başarılı taklit ettik.Yoksa bu saydıklarım da bu başarıya hizmet mi etti.Genetiksel bir süreç bize taklit edeceğimiz şeyleri mi sundu.Önümüze çıkan kuşlardan şimdi gökyüzünde sayısını tahmin edemeyeciğimiz kadar çok uçak yaptık.Yerden elmayı toplama taklidinden yüksek matematiksel hesaplara geçen insanoğlunun kaderi ne zaman değişti.Dinler mi,öncü liderler mi yoksa sanat mı?

Hangisi buna hizmet etti bilinmez ama cevaplarının ne kadar kişisel olduğu aşikar gibi duruyor ve bu korkutucu farklılık taklit teorisinin işleyen çarklarına çomak sokuyor.Çelişik fikirler,bilimi aydınlatıyor,aydınlanan bilimse sokakları ve evlerimizi.Ama aydınlanan kara parçalarına zihinlerimiz eşlik etmiyor.Sanki evrimin bir basamağında insanoğlu bulmayı bıraktı.Onun yerine genleri artık geliştirmek için emir veriyor.Ya da yok etmek için.Asıl dikkat çeken genlerimizin ve içinde yatan her ne ise onun bize verdiği yok etmek emri.

Çok çeşitli toplumlar bunu Tanrının gazabı gibi yorumladı.Aşırı artan nüfüs ya da aşırı arttığı iddia edilen kötülükler buna sebep oldu dendi.Belki doğruydu belki yanlış.Bununla ilgilenmiyorum.Gelişmek halindeki insanın başlattığı durmaksızın ilerleme belki de aynı genleri yok etme emri vermek üzere proglamladı.Artan her kötülüğe bir yok etme emri.Uçakları ellerimizle düşürdük.Çünkü ufak matematiksel hesapların hatalarını bilerek daha doğrusu gensel bir bilinçle yaptık.Yıktığımız binalar eksik kullanılan malzemeler değil genlerimizin içindeki eksik vicdandan kalynaklandı.Sayıyı azaltmak ama aynı zamanda hayatta kalabilmek için kendimiz dışındaki her şeye yok edilecek hedefler gözüyle baktık.Bu ihtimalin varlığı bile yeterince heyecan verici.Ayrıca Tanrının bilinmeyen yüzlerce gücünden biri de belki bu.Taklit ederek öldürmemiz.


                                                                                                             Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                           Denemeler