Playlist 2

Cumartesi, Temmuz 26, 2014

Kurtuluşu Yeşilin

Yeniden hissetmek midesini renklerin
Bulantısına kapılmak çocuklarının,tonlarının
Kurtarmak için herşey yeşili,biliyorum.

Kat kat pişmanlık,rezillik bazen askılarda
Dolaplarda,adına oturma denilen odalarda
Yerler aslında çok kirli
Bakın bütün betonlar parlıyor ama
Tepedeki aydınlık güneşten değil
Zaman dahi giremiyor kapıdan izin almadıkça
Devretmiyor güneş geceye yükünü
Adımların ucu kapalı,
Tozlanmış ayakkabılar,renkleri yeşil
Hak etmiyor uzaklaşmayı tren rayları
Sabretmeyi doğuran acı değil,
Kurtarmaktır.
Kurtarmak için herşey yeşili biliyorum

Adımı sorsan ismimi söylerim,insan
Vursan suratıma acısı yayılır gözlerimde
Ağlamak için değil,
Maksat acı dışarı çıksın 
Maksat bir maksadımız olsun
Kolumuzu sarsın bileklerimiz
Korkmadım,korkuyorum
Yapamayadabirim ama
Kurtarmak için herşey yeşili,biliyorum

                                                                                                  Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                  İstanbul

Cumartesi, Temmuz 19, 2014

Çabucak Acı Çekmek

Önünüzdeki bir bardak suyu içmek istemediğiniz zamanlardayım.Hiç bir bardak su içmeye hakkınız olmadığını düşündünüz mü,satırlar dolusu sizi yerin dibine sokan sıfatları saydırmak istediniz mi kendinize,kağıda ya da kartona yazmak istediniz mi onları ? Gözünüzün önünde olsun diye.Bazılarımız hakikaten tamdan az hayatlara yerleştirilmiş.Kimsenin ilk tercihi olmadığı,o an içinde bulunduğunuz toplum neyi iyi buluyorsa onun tam zıttına yakın olmayı,ölmeyi ve yaşamayı çok kısa zamanların sırtına bindirdiği,birazcık mutlu olsa o bilindik her şeyi yanlış yapıyorum halinin geldiği,imla kurallarının yaşamının satırına uğramadığı,ilgi eki olan de'nin hep ilgisiz kelimelerde ayrı yazıldığı,Türk Dil Kurumuna taban tabana zıt,matematiğe küs,hem aptal hem de çalışmayan hayatlar.Üstelik zeki olmanın tam tersi değildir aptallık.Belki sesdaşıdır,ya da arkadaşıdır.

Olmak istemeden oluyoruz birçok şeyi.Öfkemizin bizi titreten ve sesimizi kesen öfkesini ki çoğu zaman öfkemizden daha öfkeli oluyor öfkemiz,planlamıyoruz.Hangi planın üstünden geçseniz tam karşınız da patlıyor teorisi olasılığın.Eğer aşağı çekilen sizseniz,gölgesi büyüyor küçük büyük herşeyin.Bazen büyüğe küçük dememiz işte bundan.Az olanla çok olanı kıyaslayamamak bazen bir ömür bundan.Bazı şarkıları dinleyememek bundan.Pişmanlıklar alevlenen kalbimizde bundan.Suç aşağı çekende de değil,her fırsatta doğuştan aşağı çekilen zeminden insanlarda da.Suç zorunda kaldığımız yaşamlarımızda.Suç aşağı çekenin birine iletişmenin tek yolunun bu olduğunu söyleyende.Suç aşağıda kalana yukarıda bir dünya olmadığını,olsa da o dünyada zemindekelere yer kalmadığını söyleyende.Suç ikinci tercihlerde değil.Suç güzelliği tercihe sokanlarda.Suç bir bardak suda değil.Suç yaşamak için gerekli en elzem şeyleri satılığa çıkaranlarda.Suç mutluluğu suçlamakta.

                                                                                                   Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                 Denemeler

Cumartesi, Temmuz 12, 2014

Eskimiş ve Gecikmiş Bir Kavga

Şizofren...Şizofren...Şizofren...

Böyle bağırıyorlardı dışarıdaki çocuklar kendilerinden daha az yıldır hayatta olan küçük kız çocuğuna.Hepsi bir ağızdan,işaret parmakları ile arsızca göstererek haykırıyorlardı.Kahkahalar ve iniltiler eşliğinde.Belki aralarında küçük bir oyundu bu.Birisi birisini şizofren diye işaretliyor,o anlık şizofren olan küçükte diğerlerini kovalıyordu.Yakalarsa birisini virüssel bir hastalık gibi bulaştırıyordu mental bozukluğunu yakaladığına.Başlarda ben de öyle zannettim.Sonra göz yaşları dahil olunca oyuna anladım bunun bir eğlence olmadığını.Çünkü ancak yetişkinlerin eğlencelerinde aynı anda göz yaşı ve kahkaha olmalıydı.Çocuklar hep içinde gülmek geçen şeyleri yapardı,ya da hep ağlamak.Bazen gülmek için ağlarlardı ama ağlamak için güldüklerine hiç şahit olmadım bizim gibi.Ağlamaya başladı küçük kız.Saçları kulaklarına kadar inmiş,üstünde bir kol boyu kadar kirli bir beyaz elbise ile.Yere çömeldi.Yumruk yaptığı ellerini gözlerine götürdü.Ağlıyor ama o anda birşeyi daha anlıyordu.Sesler yükseliyor,artıyor,eleştiren kelimeler suratına çarpıyordu.Belki babası gerçekten şizofrendi ya da annesi belki ikisinden birini kaybetmişti.Ya da kimsenin o yaşta söyleyemeyeceği şeyleri söylemiş,sırf diğerleri gibi düşünmediği için bu duruma maruz kalmıştı.Ya da sıradan bir ailenin sıradan bir çocuğuydu.Gözyaşlarını akıttıkça sıradan bir hüznün içine gömülüyordu.O anlardan birini yaşıyordu işte.Etrafında sesi en yüksek çıkan en çok bağıran çoçuğa bakıyordu aynı zamanda ve belli ki o başlatmıştı bu hengameyi.Kısa bacaklarının üstünde doğruldu.Yerden güç aldı elleriyle.Asfaltın belki de en temiz yerine vurdu ellerini.Tozlanmamıştı çünkü üstüne sürmemişti avuçlarını.Koşmaya başladı artık daha neşeliydi diğer çocuklar çünkü savaş başlamıştı.Koştu,koştu,koştu...Minik bedeninden beklenmeyecek bir hızla ve istikrarla o beyaz atletli çocuğa doğru.Koştukça hava karardı,sesler arttı,mahalleli de izlemeye başladı olanları.

Ağlayarak koşmak çok zordur.Çünkü gözyaşları yere düşmeyecek kadar ağır,süzülmeyecek kadar yüzünüzden hafiftir aşağılanınca.Bin kat ağırlıkla koşarsınız,elleriniz silse de tuzlu damlaları henüz elinizi çektiğiniz de yüzünüzden yeniden ağlarsınız.Ama küçük kız dakikalarca koşmuştu.Diğerlerinin suratından azaldı gülümseme,korku düştü yüreklerine,ya yakalarsa diye.Elini uzatıyor kendisinden daha az kirli beyaz atlete ama ucundan kaçırıyordu.O zaman nidalar artıyor,daha çok aşağalanıyordu.Sonra birden durdu.Yorulmamıştı ya da yılmamıştı.Beyaz atletli çocukta durdu arkasını döndü kıza baktı.İşte o an gelmişti.Kız yokuşun aşağısında oğlan başında bekliyor ama kimse artık kızla dalga geçemiyordu.Koşmaya başladı kız,ne hızlı ne yavaş,ne sinirli ne öfkeli sadece koştu uzattı elini ve tutttu beyaz atleti.Çevirdi suratını düşmanın tüm gücüyle öyle bir tokat attı ki,sesi yankılandı mahallede.Oğlan çöktü yere ağlamaya başladı.Geçmişti işte şizofrenliği ona.Son bir kez baktı oğlana sonra saatlerdir çağıran ablasına  doğru yürüdü.Devam ediyordu sesler o aldırmadığı halde.

Çocuk olmak,kolay bir iş değildir.Ben dahil birçok çocuk o tokatı beyaz atletli çocuklara atamadan yoruldu.Hiçbirimiz o tokatı atabileceğimize,o yokuşu o hızda geçip buna cesaret edebileceğimize inanmadık.Üstelik birden fazla fırsat çıkmışken önümüze.Şizofren olmadık ya da olan birini tanımadık ama o borcumuz olan tokadı atamadığımız için seneler yeni tokatlar ekledi hesabımıza.Hepsi suratımıza atılmak için.Dönüp bakın,hala o tokatların acısı var ruhumuzda.

Şimdi sesler kesildi mahallede ama dikkatle dinlersem hala duyuyorum bağrışmaları başka şehirlerin başka mahallelerinde.

Şizofren...Şizofren...Şizofren...


                                                                                                   Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                 Denemeler

Perşembe, Temmuz 10, 2014

Saniyesel Diriliş

20 sene önce doğduğum anların yansımalarına,üstüne uzun katıksız yıllar eklenmiş haline,az kaldı.21. yaşıma yani.Dönüp baktığımda en çok hangi andan itibaren benim ben olduğumu,aynalardaki gözlerimin bana ait olduğunu anladığım anı merak ediyorum.Keşke o anın kıymetini o anı yaşarken bilseydim.Anlıyorsun deseydim kendime,insan olduğunu.Karınca ya da güvercin değil.Taş atabileceğimi,istersem kum yiyebeleciğimi ya da bir başkasını boğazlayabileceğimi o an anlamaktan öteye gitseydim.İşte bu an deseydim herşeyin başladığı an.Tanrının gözlerimize ilk ışığı bahşettiği an bu an.Artık eskisi gibi olmayacak hiçbirşey.

Yani anlayacağınız doğduğuma dair öenmli bir kanıt ancak nüfus dairelerinde bulunur.Bende de yok zira.Ölmeyi düşünmek tek kanıt elim de yaşadığıma dair.Çünkü yaşamak demek ne demek,bilmemek,bilemeden ölmek,ölmeden öğrenememek...

Şarkıların sesin de ya da rüzgarın sesi de yeterli çoğu zaman bazen doğduğumu anladığım anlar oluyor.İğrenç bir et parçası ana rahminden düşen...Tıpkı üsütümüzdeki kaygan,ilk sıvıdan kurtulduğumuz gibi kurtuluyoruz yaşarken ölmekten.Fark etmeden ölmeyi yaşıyoruz.Denizlerin tuzlu suları biz farketmeden tenimizden uçuyor.Parfümler havaya dağılıyor,deneyin göreceksiniz saçınız bırakınca da kendi kendine kuruyor.Zaman biz fark etmeden geçiyor.Oyununun ufak bir parçasıyız çünkü zamanı sevmek onu hızlandırıyor.Hızlanan zaman öldürüyor.Üretilmiş en iyi bağımlılık.Bir kol saatinde herkesi uyuşturan,titreten,krizlere sokan ve rengini solduran zamanın oyununa şahit olun.Şahit olun ki zaman artık sizin için aksın,ya da siz bir süre öyle sanın.

Doğduğum anlara çok az zaman kaldı saatler hesabında.Bir sonraki kısıtlı zaman için gene kıstılı zamanım var.Değere binen dakikalar,heybemin içindeki ağırlıkların esiri.Bir dakika öncesinin,sonrasına benzemediği her anı ben bizzat lanetliyorum.Çünkü asla bir dakika da doğmaz insan.Ya da ölmek için çokca dakikaya ihityaç vardır.Fark etmek saniyeler almaz,hızlı geçer zaman siz aşık olun diye.Hızlı geçer kahkahalar,siz yeniden yeniden ve yeniden gülebilin,güldüklerinizi bilin diye.

Kutlu olmayacak günlerime az kaldı,ve saatlerin yelkovandan tuzakları akrepden muhafızlarla yürütülüyor.Olan ne varsa az kaldı,saatler hesabında...


                                                                                                   Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                 Denemeler

Cumartesi, Temmuz 05, 2014

Asırlık Satın Alış

Fark etmek kadar doğal bir eylem yoktur.İnsan fark eder.Daha önce acı çekmediğini sananların acılar içinde kıvrandığını,tadının ilgi çekici olmadığını sandığı bir yemeği tabağı sıyırarak yiyebileceğini,gülümsemelerin aslında çoğu zaman kişinin gücüne temas etmeden geçtiğinde kahkaya dönüştüğünü ya da sahip olmadığı sandığı gücünü...İnsan genelde fark ederken bir eylem üzerinde olur.Başka birşey yaparken fark ediş başka birşeyi genelde fark edişlerin en güzelidir.Fakat gelmiş geçmiş en güzel fark ediş ölümü tanımaktır.Ne kadar dolaysız ve düz duvarlarla çevrili cümleler değil mi?

Adını koyamadığım bir hisden bahsedeceğim.Adını koyamadım çünkü hala geçen zamana rağmen garip geliyor.Kim olduğumuzu bilmeden yaşıyoruz.Aynaya bakışlarımızın çoğu az ya da çok güzel olduğumuzu keşfetmek yolunda gerçekleşiyor.Sonuç ne olursa olsun,keşfimizin sonu birşeye odaklanmadan geçip gidiyor.Orada bize bakan bir çift göz olduğunu görmeden.Oradaki şeyin yaşayan,gören ve algılayan birşey olduğunu bilmeden.Onun siz olduğunuzu anlayamadan.Bu bir rahatsızlık değil.Belki bir çeşit unutma yöntemi.Tanrı'nın değişik yöntemlerinden biri.Kim olduğumuzu bilmeden sarıldığımız bizler,nefes aldırıyor toplum içinde gene içimizdeki eksik bize.Bunu fark etmek öyle bir süreç işletiyor ki şizofrenitenin merdivenlerini adımlıyor,dışlanıyorsunuz.Tavsiye edilecek birşey değil belli ki.

Paranın sayısal bir değer olduğu ve akıp gittiğini,durmadan akıp gideceğini...Kredisinin asla bitmeyecek bir tarafı olduğunu,gücünün bitmeden insanoğlunun yitip gideceğini fark ettiğinizde hiçbirşey değişmiyor.Gene o çok sevdiğiniz kahveyi almak için buna ihtiyacınız var.Pantolonlarınızın ve kazaklarınızın renginini gene o belirliyor.Gücünü burdan alıyor ya.Ölümden korktuğumuz için mi yoksa öleceğimiz için mi herşey.Aynı şeyler mi ikisi de.Bir de çok parlak ve göz alıcı bir reyonun,kasanın ve deneme kabinlerinin ortasında ölmek sadece bazılarımızın mı aklına gelmeli.Yok olmak,karışmak havaya ve suya bu aciz ruhlarımızın üstlenebileceği bir görev mi ?

Hepsine tek bir soru işareti,hepsi aynı cevabın sorusu.Hepsi fark edişin derin ve asırlık uşakları.Hepsi özgürlüğün ve hürriyetin asalakları.Hepsine bir soru.Cevapsız bir bekleyiş.


                                                                                                      Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                    Denemeler

Cuma, Temmuz 04, 2014

Oldukça Vasat Tespitler

Çoğu zaman birşeyler yazmak niyeti ile oturmam bu komputerin başına.Bukowski böyle seslenmişti kitaplarında bilgisayara.Sanki herşey gibi bu icadıda yok sayacak sanırken o şaşılacak miktarda benimsemiş hatta bir pasajında bozulan komputeri tamir edilinceye dek yazmamıştı herhangi birşey***.Benimse bu kompüterle aramda hiçbir bağ yok önceden başka birine hizmet ediyordu şimdi bana.Belki sonra başkasına hizmet edecek.Çoğu akşamlar gördüklerim sandıklarımdan o kadar farklı oluyor ki yazmak tek çare gibi kalıyor geriye.Sandıklarımın yaşadıklarım olduğunu anladığım pek çok akşamın aksine bazı saatlerde daha önce hiç sanamadığım şeyler yaşıyorum.Belki de en iyi diye nitelendirdiğim acı çekişlerim o akşam o yazının sırtına biniyor.Aslında ben şiir yazarım.Şair değilim sanırım olamayacağım da.Zira şair olmanın kuralnı bilmiyorum.Hangi şiirden sonra şair demişler Nazım'a bilmiyorum.Brecht hangi şiirinden sonra küflü bir hapishane duvarında kardeşçe yattığı farele sokulurken şair ilan edilmiş.O anda orada bulunun yağlı saçlı bir şişman polis mi yoksa yatağının başındaki tahtakuruları mı açıklamışlar şairliğini.İkincisi daha şerefli olurdu ya.Yani hiçbir zaman kısa kesemediğim cümlemin sonucunda nasıl şair olunduğunu bilmediğimi belirtiyorum.Çünkü bir noktadan sonra yazdıkların insanları çekiyor ama dönüm noktası nedir ben bilmiyorum.Uzunca zamandır musallat olduğum şiirsiz yazıya ise sadece beni şiire iten şeyleri anlatmak için başladım.Elbette bunda merak edecek ya da estetik değer taşıyan birşey yok ama gitgide de şiirsiz yazının-ki ben buna bu şekilde hitap etmeyi seviyorum-derin,engelsiz,rahat tarzına da alışmaya başlıyorum ama öyle bir kulvara da indiriyor ki bu durum beni herkesin şiire yaklaştığı o kapalı pencereler artık ortadan kalkıyor.Yazınıza bir çeşit irsaliye fişi gözüyle bakmalar da başlıyor.Diğer taraftan insanlar şiirden korkuyorlar.Anlamadıkları ya da yazamadıkları için değil.Şiir eğer iyiyse okuyucusuna meydan okuyor.Anlaşılmamak için çabalıyor ama içindeki derin mana da bu anlaşılmazlığın dibinde yatıyor.O kadar çok anlamıyoruz ki dizeleri anlamak istediklerimizi anlıyoruz ya da bazen eğer dişli bir rakipse şiir,canımıza okuyor ve anlamaktan en çok korktuğumuz şeyleri parlatıyor zihinlerimizin önünde.Şiir yazmak ansız gelişen aşkların terkedilişlerin ya da çiçeklerin karşılığı değildir.Tam anlamıyla tanımlamak olmasada ben de geniş edebiyat dünyasına şiirle ilgili şu tanımı zerk ediyorum.Belki bir gün birisi karşılaşır ve hoşuna gider.Şiir,şairin kendini tokatlamasından öte birşey değildir.O yüzden mutlu şiir yoktur.Yaşıma ve tecrümebeme göre sonsuz derecede ukela sözlerimi bitirirken,size aklıma takılan bir soruyu sormak istiyorum.Bazı soruların cevapları karmaşıktır ama bunun ki basit lakin ben bulamıyorum.

Şiir nasıl icat edilmiştir?

                                             
                                                                                                     Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                    Denemeler


*** Charles Bukowski-Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi

Salı, Temmuz 01, 2014

Henüz Düşmemiş Sarı Yaprak

Geri dönebilme gücü...

Sanırım Tanrı'nın insanoğluna sunmaması icap eden en önemli yeteneklerden biriydi.Ancak geleceğine müdahele edebilme yetisi uygun görülmüş insanlar ancak geleceklerini mahvedebibilirlerdi.Belki tarihten ders almak diye bir olgu vardı ama eğer tarihiniz bir kalenin fethedilmesi gibi göze batan bir durum değilse mesela başarısız spor deneyimleri ya da gönül meselelerinden ibaretse pek de ders almanız mümkün değil çünkü zamanın raylarının üstündeki hızımız pek hafife alınacak gibi gözükmüyor.Geçmişi görüp bir sonraki istasyona hazırlıklı olmak için arada birkaç yaşam yılı süremiz yok.Belki birkaç nefes anı.Gözümüz kapandığında uyurken kimbilir kaç istasyon öylece geçiyor.Kim bilir o istasyonların yamacındaki geniş yeşilliklerin ferahlık veren görüntüsü kaç kere yok sayılıyor.Mesele zamanın hızı felan değil,çünkü yaşamak için henüz ölmek gerekmiyor.

Dedim ya büyük miktarlarda paralar ya da gücün en zirvesi bunlar tehlikelerimiz değil,asıl tehlikemiz bu denli hızlı zamanın hiç düzeltmeye elverişli olmaması üstelik ortada karakter,kişilik etkisi de var.Yani kim sıyrılıp da özünden çırılçıplak zamanın askerlerine karşı çarpışabilir.Kim elinde nefesten bir değnek ile dürtebilir ki yaşamın akrep ile yelkovanını.Zaman nerde başlar.Kime göre ne kadar durur ya da ne kadar akar.Ancak geriye dönülürse verilecek cevapların ne müthiş soruları...

Hiçbirşeyi zamanın kalıbına sığdıramamış,bir meltemle(!) yıkılmaya hazır bedenimin herkese uymayan kalıpları.Geri de dönseydim ne değişebilirdi ki.Belki şarkıları ikinci defa söyleyebileceğim için daha güzel otururdu notalar ya da sesimi keserdi başka bir rüzgar.Dikkat ettiniz mi bu pasajdan bir şiire derin bir yol var.Ama dönebilseydim o en başa herkes için olan o en başa,herkese göre değişen o başlangıca bir red ediş,yok sayış yapmazdım.Belki gülümserdim belki sadece susardım ama ne yaşandıysa şimdiye kadar yaşamamın tam karşılığıdır.Hakkım olanı aldım alıyorum.Daha fazlasının idarakini zaten bu terazi kaldırmazdı ya.

Küçük insanlarız vesselam...


                                                                                                      Rüzgardanadam//Temmuz 2014
                                                                                                                   Denemeler