Playlist 2

Cuma, Mayıs 30, 2014

Kendime-Bize İthafen

Sıradan bir esaretin ortasında yaşayan sıradan bedenlerin kendine güvenini anlamak çoğu zaman zor.Bir ego şişkinliği içerisinde herşeyi yapabilme kabiliyetinin olduğunu savunmak ama hiçbirşey yapmamak rahatlığını da o karaktere sığdırabilmek ancak müthiş bir aptallığın sonucu olabilir.Yeryüzündeki en değerli şeyin fikirler ya da yıldızların ardına sığınmış küçük ama anlamlı sorular olmadığını düşünen bireylerin nasıl oluyor da yeryüzünün sahibi gibi gururla ve hiçbir mağduriyet göstermeden bakıyor ya da konuşuyor olduklarını anlamıyorum.Zekası ortalama bir insan olarak buradaki anlayamamak kavramını sadece alay etmek için kullanıyorum.Yoksa aptallığın su götürmez belirtileri karanlığın ortasında korkudan parıldayan bir çift hayvan gözü gibi dikkat çekiyor.Sanırım hala ne demek istediğimi tam olarak anlatamadım.

Gezegen büyük bir patlama ile meydana geldi.Henüz kimse buna karşı çıkmıyor.Ufacık parçalar birden,aniden patlıyor ve kendini çevrelemeye başlıyor.Milyarlarca galaksi bu şekilde meydana geliyor.Astrolojik bilgilerimde hata olsa da asıl dikkat çektiğim şey,insanın evrene yerleştirilmesi.Her din de mit de ya da inanç da insan evrene sonradan yerleştiriliyor ya da bilim insanı evrimleştiriyor ve sonradan yaşam şartları uygun olunca insan toprak üstünde bitiyor.Şimdi giydiğiniz kıyafetleri,sosyal medya hesaplarınızı,tabağınızdaki yiyecekleri düşünün.Beyninizin ardında sizi aptallaştıran o iğrenç özgüveni fark edin ve bir an ondan uzaklaşın.Gördüğünüz şey muazzam bir birikim olacak.Atalarınızın ve onların taşıdığı nöronların elektriksel uzantıları sizde de var.Korkuyor,küsüyor ya da aşık oluyorsunuz.Hayır sarışın,esmer ya da kumral kızların ya da erkeklerin hormonel yaklaşımlşarından değil tarihin her sahnesinde yer alan aşık olmaktan bahsediyorum.Sanattan ve heykelden,şiirden ve politikadan bahsediyorum.Bizi biz yapan şeylerin bu olduğunu söylüyorum.

Evet kabul ediyorum,hepimiz yaşamın süregelen korkularından sadece kendimize güvenen insan maskelerini kullanarak başa çıkabiliyoruz.Birileri ile tanışmak için herşeyi yapabilen ama yapmayı canı istemeyen insanlar gibi davranmak zorundayız ama lütfen kendinize söylemek zorunda kaldığınız yalanlar,gerçekleriniz olmasın.Bizler bir sonraki nesile birşeyler aktaracak beyinleriz.Gücümüz hafızamızda değil her geçen gün kaybetmek zorunda olduğumuz sıradanlığımızda.Bizi değiştiren,arda arda dizilmiş mikroskobik genlerden farklı kılan şey,kaybettiğimiz sıradanlığımız ve kaybedilmesi gereken sıradanlığın tek kaybediş yolu içinde bulunduğunuz derin özgüven halinden sıyrılmaktır.Ancak o zaman şiirler daha anlamlı,aşk daha gerçek olacaktır.Ancak o zaman sıcak mevsimleri seven insanları anlayacak,gücünüzü keşfedeceksiniz.   
              
                                                                                                       Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                     Denemeler

Salı, Mayıs 27, 2014

Değişememek Üstüne

Değişmek temalı bir yazıyı yazmak niyetindeydim ama değişmek temalı bir yazıyı değişmek hali içerisinde ya da sonrasında yazmak daha doğru olacaktı.En iyisi ben size değişememekten bahsedeyim.Bu konu ile ilgili söylenmiş en bilinen cümle bu paragrafta birebir geçmeyecek ama değişmenin altın kuralının vazgeçilmez olmasınada karşı çıkmak istiyorum.Dağların denizlere dönüştüğünü,hala da dönüşmeye devam ettiğini bazen ayaklarımızın sarsılarak yerin bu değişmine eşlik ettiğini biliyorum.İnsanın doğa karşısındaki çaresizliği ya da ürettiği çareler hep değişimin ellerinde olanaksızlaşmış ya da olanak bulmuştur.Raylara bindirdiğimiz koca gökdelenler yer kabuğunun bir değişimi sırasında-biliyorum ve eminim-yok olacaktır.Ehlileştirdiğimizi sandığımız tüm denizler,eşek taklidi yapan atlardan farksızdır ve bir gün dehlizlerinden sıyırılıp üzerlerine ilişmiş sözde sahiplerinden kurutulup karaya kavuşacaktır.Hayır pek çok inancın temelindeki yok olmadan,biten hayattan bahsetmiyorum.Denizin dalgalara,dalgaların sahillere vuruşu değişecek işte bundan bahsediyorum.

Binaların yapılışına hep hayran kalmışımdır.Birkaç kolonla desteklenen yapıların yüzyıllarca ayakta kalması hayret verici gelmiştir bana ve sanırım onların da canlı olduğunu düşünmüşümdür sürekli.Yaşlı,bilge,yıkık binalar ve onlardan önce hayat bulmuş genç,sağlam,acı görmemiş binalar.Neden mi binalardan bahsediyorum.Çünkü onlar değişimin sembolleri.Tarihte ilk değişen şey ya da değiştiğinde toplum yaşamını baştan aşağı değiştiren şey binalar ya da yaşam yerleri.Medeniyetin yükselmesi sadece binalara yeni katlar eklemedi sayıyı,nüfusu da koruyan gene binalardı.Mağaralar,çadırlar,gökdelenler...

Hepsi,herşey bana değişimin rüzgarını fısıldıyor ama değişmeyen tek şey var.Dağların denize karışışına,korkularımızın beklentilerimize dönüştüğü yaşamda değişmeyen tek şey içimizde .Bizi biz yaptığı için ya da en başından beri orada olduğu için bizler değişemiyoruz.Değişmemize engel olan birşeyler var.Topladığımız enerjiyi tarihin her sahnesinde dışa vuran birşeyler var.Ne bilmiyorum. 


                                                                                                        Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                      Denemeler

Cuma, Mayıs 23, 2014

Diz Boyu Karlı Bir Gece//En İyi Şiirler

Diz boyu karlı bir gece,
Sofradan kaldırılıp,

Polis otomobiline bindirilip,
Bir trenle gönderilerek 

Bir odaya kapatılmakla başladı maceram.
Dokuzuncu yıl biteli üç gün oluyor.

Koridorda, sedyede bir adam
Yüzünde uzun demirlerin kederi,
Açık ağzıyla sırtüstü öluyor.

Akla yalnızlık geliyor,
İlki yetmiş altı gün:
Sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının;
Sonra, sac bir geminin baş altında yedi hafta.
Lakin yenilmedik; 

Kafam,ikinci bir insandı yanımda.
Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün;
Yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan.


Bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
Heybetli olmak.
Değildiler.

İnsandan çok eşyaya benziyorlardı:
Duvar saatleri gibi ahmak,kibirli
Ve kelepçe, zincir filan gibi hazin ve rezildiler.


Evsiz ve sokaksız bir şehir
Tonla ümit, tonla keder.
Dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler.

Yasaklar dünyasındayım.
Yarin yanağını koklamak,yasak
Çocuklarınla yemek yiyebilmek ayni sofrada,yasak
Aranızda tel orgu ve gardiyan olmadan
Konuşmak kardeşinle, ananla,yasak.
Yazdığın mektubun kapatmak zarfını
Ve zarfı yırtılmamış mektup almak,
Yatarken lambayı söndürmen,yasak
Tavla oynaman,yasak
Ve yasak olmayan değil,
Yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey:
Sevmek, düşünmek ve anlamak...


Koridorda, sedyede öldu adam.
Götürdüler.

Artik ne ümit, ne keder.
Ne ekmek, ne su.
Ne hürriyet, ne hapislik,
Ne kadınsızlık, ne gardiyan, ne de tahtakurusu
Ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler,
Bu iş, bitti, tamam.


Fakat devam ediyor bizimkisi,
Sevmek, düşünmek ve anlamakta devam ediyor kafam,
Dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor.
Ve sabahtan beri karaciger sancımakta berdevam. 



                                                                                                           Nazım Hikmet Ran//1902-1963

                                                                                                                        Bursa Cezaevi
                                                                                                                 





Denge//En İyi Şiirler


Sizin alınız al inandım 
Morunuz mor inandım 
Tanrınız büyük âmenna 
Şiiriniz adamakıllı şiir 
Dumanı da caba 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız 

Bütün ağaçlarla uyumuşum 
Kalabalık ha olmuş ha olmamış 
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum 
Ama ağaçlar şöyleymiş 
Ama sokaklar böyleymiş 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız 
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de 
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı 
Yangelmişim dizboyu sulara 
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum 
Hiçbirinizle dövüşemem 
Siz ne derseniz deyiniz 
Benim bir gizli bildiğim var 

Sizin alınız al inandım 
Sizin morunuz mor inandım 
Ben tam dünyaya göre 
Ben tam kendime göre 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız.
 
 
                                                                                                                      Turgut Uyar//1927-1985 
                                                                                                                                  Ankara 
                

İyi Adama Bir İki Soru//En İyi Şiirler

Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin.

Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da satın alınmaz
Anladık,dediğin dedik,
Ama dediğin ne
Doğrusun,söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne
Yüreklisin,kime karşı
Akıllısın,yararı kime
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kiminki
Dostluğuna diyecek yok ya
Dostların kimler

Şimdi bizi iyi dinle,
Düşmanımızsın sen bizim
Dikiceğiz seni bir duvarın dibine,
Ama madem bu kadar iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
İyi tüfeklerden çıkan iyi kurşunlarla
Vuracağız seni,
Sonrada gömeceğiz,
İyi bir kürekle,iyi bir toprağa


                                                                                                          Bertolt Brecht//1898-1956

                                                                                                                        Almanya




Mevsimsel

Alacakaranlık azaldı,
Gene bastırdı pek eskilerde olduğu gibi,
Öğlen güneşi
Kaldırım taşları sıcaksa da hala kaybetmedi
Pencere pervazları serinliğini
Yollarda renkli çiçekler yok
Henüz basmaya başlamamış insanlar zaten 
İlk gördükleri yeşilliklere
Kirlenmiş tabanları ile.

Yolu takip ederek yürürüm,eşlik eder zaman
Şimdi tüm bileklerdeki,
Şimdi tüm duvarlardaki saatler
Esirim olmuş gibi
Gözlerim kapalı,
Ama bu sefer güneşten ya da acıdan değil
Ezbere bildiğimden yolun neredeyse hepsini.
Sonu nereye çıkar,
Hangi aklımın,hangi vicdanımın,hangi zihnimin
Hangi alemin,hangi suçun,hangi fikrimin
Sonu nereye çıkar.

Cevap veren gölgeler bu yaz da kayboldu gitti,
Yaprakları okşayan güneşin yansımalarında.

Şimdi bu vakitlerde herkes sakin,
Kimsenin acele değil işi,
Köşedeki adam geçmişini,
Oturan ağacın dibindeki kadın ölümünü
Ağır ağır hayal eder
Halbuki içim,
İçim şimdi tüm pişmanlıkların hesabını sorar
Ve cehennemin tüm ateşi,
Çoktan yaktı içimin cennetinin ödüllerini
Hesap sorar aklım dökülmeyen kalemden sözcüklere
Ve gözlerim,
Bir kol mesafesi kadar uzakteyken tüm kötülüklere
Neden beklediğini sorar ellerime.

Cevap veren gölgeler bu yaz da kayboldu gitti,
Yaprakları okşayan güneşin yansımalarında.

                           
                                                                                                         Rüzgardandam//Mayıs 2014
                                                                                                                       İstanbul

Perşembe, Mayıs 22, 2014

Korkunun En Cesur Hali

''İnsanlar hükümetlerinden korkmamalı,hükümetler insanlardan korkmalı.''

Çok büyük kitleleri etkilemiş bir filmden alıntıyla başladım değersiz sözlerime.Değersizler çünkü karşıtı kadar değer taşıyorlar.Yani asıl değer taşıyan düşüncelerin çarpışabilmesi özgürlüğü.Var olan fikirin olmayana gösterdiği saygı.Karşıtıyla beliren herşeyin içindeki o müthiş zerafeti görebilmek.Tıpkı insan vücudu gibi.Ancak ne hikmetse insanların oluşturduğu devletlerin bazılarında bu sistem çökme noktasına geliyor.Karşıt fikirler dönemin şartlarını-evet -ilk defa zorlamadı.Köklü değişiklikler gerektiğinde,kalıcı olacak sanılanın yüksek kuvvetteki neferleri ile karşılaştı.Ama olmayacak olan yada olması beklenmeyen tek şey düşüncesinden dolayı yok edilmeye çalışılan bir vatandaştır.

Hiçbir anayasa,hiçbir hukuk sistemi bunu öngöremez dersem yanılmış olurum ama yüksek kültürü taşıdığı iddia edilen ya da içinde toplumun nefes alması sağlanacak yönetmelikler bulunduğu söylenen hukuk sistemlerinin karşılığında bu yoktur.Gerçek bir mermi ile vatandaş vuran başka bir vatandaşın sorumluluğu diğer vatandaşlarının da sırtında bir yüktür.Oturmamış kültürel noktalar bu duruma sebep olmadı.Korktuğumuz için geriliyor,gerildiğimiz için saldırıyoruz.

 Karşıtı kadar değer taşığına inanılan hiçbir düşünce yoksa aklınızda,bir fikri savunmaya öbürünü yok etmek gözü ile bakıyorsanız ve saygı duyuyorum deyişlerinizin hepsi bir tartışma anına denk geliyorsa,saygı duyduğunuz tek şey size saygı gösterilmesiyse,korkmak ve korkutmaktır amacınız.


                                                                                                                    Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                                   Denemeler
    

Çarşamba, Mayıs 21, 2014

Pek Kusurlu Teori

Zaman ne getirirse getirsin kaybolmayan tek şey taklit yeteniğimiz.Belki bu kelime ukela bir tavırla kulaklarınızı doldurdu.Üstünkörü bir düşünme ile karşınıza çıkmış,saygıyla sizi selamlamak yerine suratınıza gülümsemiştir ama kelimenin tam anlamıyla işte bu:aptal,küçük takltiçiler.Mesele bu kelimenin varlığı değil açıklamak istdiğim bu kelimenin sıradışılığı.

Taklit eden adamın en büyük özelliği taklit ettiği şeye benzemesi değil kendinden olabildiğince uzaklaşmasıdır.Taklitte ki başarısı da ancak bundan kaynaklanabilir.Gördüğü  bir hayvanın en belirgin özelliğini taklit ederken aslında yaptığı şey kendisine en uzak şeyi göstermesidir.Taklit eden insanoğlunun sürekli başkası olması çabası da ancak böyle açıklanabilir.Taklit eden insan sürekli yeni birşey yarattığı izlenimine elbet kapılacaktır ama genlerinin buyruğundan kopamadığı gerçeği başarısız bir taklitin hemen ardından gözükecektir gözlerine.Hayvansal bşr yaşamdan sözde insanoğlunun yüksek kültürüne geçişimiz ardı sırası kesilmeyen taklitler zincirinden başka bir şey değildir.İşte burada beni korkutan muazzam bir güç var.

Önyargılarımızdan,korkularımızdan,beklentilerimizden ve cinsel dürtülerimizden kopup nasıl oldu da atalarımızı bu denli başarılı taklit ettik.Yoksa bu saydıklarım da bu başarıya hizmet mi etti.Genetiksel bir süreç bize taklit edeceğimiz şeyleri mi sundu.Önümüze çıkan kuşlardan şimdi gökyüzünde sayısını tahmin edemeyeciğimiz kadar çok uçak yaptık.Yerden elmayı toplama taklidinden yüksek matematiksel hesaplara geçen insanoğlunun kaderi ne zaman değişti.Dinler mi,öncü liderler mi yoksa sanat mı?

Hangisi buna hizmet etti bilinmez ama cevaplarının ne kadar kişisel olduğu aşikar gibi duruyor ve bu korkutucu farklılık taklit teorisinin işleyen çarklarına çomak sokuyor.Çelişik fikirler,bilimi aydınlatıyor,aydınlanan bilimse sokakları ve evlerimizi.Ama aydınlanan kara parçalarına zihinlerimiz eşlik etmiyor.Sanki evrimin bir basamağında insanoğlu bulmayı bıraktı.Onun yerine genleri artık geliştirmek için emir veriyor.Ya da yok etmek için.Asıl dikkat çeken genlerimizin ve içinde yatan her ne ise onun bize verdiği yok etmek emri.

Çok çeşitli toplumlar bunu Tanrının gazabı gibi yorumladı.Aşırı artan nüfüs ya da aşırı arttığı iddia edilen kötülükler buna sebep oldu dendi.Belki doğruydu belki yanlış.Bununla ilgilenmiyorum.Gelişmek halindeki insanın başlattığı durmaksızın ilerleme belki de aynı genleri yok etme emri vermek üzere proglamladı.Artan her kötülüğe bir yok etme emri.Uçakları ellerimizle düşürdük.Çünkü ufak matematiksel hesapların hatalarını bilerek daha doğrusu gensel bir bilinçle yaptık.Yıktığımız binalar eksik kullanılan malzemeler değil genlerimizin içindeki eksik vicdandan kalynaklandı.Sayıyı azaltmak ama aynı zamanda hayatta kalabilmek için kendimiz dışındaki her şeye yok edilecek hedefler gözüyle baktık.Bu ihtimalin varlığı bile yeterince heyecan verici.Ayrıca Tanrının bilinmeyen yüzlerce gücünden biri de belki bu.Taklit ederek öldürmemiz.


                                                                                                             Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                           Denemeler
           

Başlangıç(mış) Gibi

Kapansın defterler,
Üzerlerine yazılan yazılar silinsin
Ve yok olurken sahipleri harflerin
Rüzgar sokaklara fısıldasın
Ne zaman başladı söylesin
Bu telaş ne zaman başladı
Yollar nasıl bu kadar uzun
Beyaz kağıtlar ne zaman karadı anlatsın
Gücümüz ne zaman bitti

Ellerimizdeki kılıçları ne zaman bıraktık belli,
Yasak elma acaba kaç zamandır çekici
Fırlattığımız oklar saplanmış mıdır kendi gücümüze
Bir kez bile olsa sallanmış mıdır darağaçları zihnimiz de 
Bilinmeden tek bir nota yüzlerce şarkı yazılmış mıdır
Gözlerimiz,
Görmüş müdür apansız ölen ölüleri
Söyleyin cevapları ne zaman silindi yeryüzünden
Ellerimizin uzandığı yerde kalmayacaktı kötülük
Tüm ellerimizi kirleten bu karanlıkta ne 

Ve ben dönüşürken rüzgara,
Yeniden nefes alıyorum,sorular arasında


                                                                                                           Rüzgardanadam//Mayıs 2014
                                                                                                                          İstanbul